• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/tekgozkoyu/?fref=ts

Yazarlar-Misafir Kalemler

MİSAFİR KALEMLER

GÖRELE'NİN KURTULUŞU VE OSMAN AĞA

15 Şubat 2012, 01:03

Seyfullah ÇİÇEK

13 Şubat 2012 Pazartesi günü Görelemiz’in Rus İşgali’nden kurtuluşunun 94.Yıldönümü’nü Görele’de ve İstanbul’da çeşitli etkinliklerle kutladık.

Bu uğurda seve seve canlarını verip, şehit ve gazi olan ve bunun sonucu olarak da bize cennet bir Görele ile bağımsız bir vatan bırakan atalarımızı minnet ve şükranla anıyor, onlara dualarımızı gönderiyoruz.

Kurtuluşun hikayesine gelince…

1914 yılında 4 yıl sürecek olan I.Dünya Savaşı gelip kapıya dayanır. Osmanlı İmparatorluğu, ülkenin yönetimini elinde bulunduran İttihat ve Terakki Partisi’nin tepesindekiDahiliye Nazırı Talat Bey (daha sonra Paşa ve Sadrazam olmuştur) , Başkomutan Vekili Enver Paşa ve Bahriye Nazırı Cemal Paşa tarafından müttefikimiz Almanya’nın yanında savaşa sokulur.

Daha Balkan Harbi’nin yaraları sarılmadan, yeniden seferberlik ilan edilir. Giresun’daki 94.Alay için asker toplanmaya başlanır.

Osman Ağa, gönüllü olarak katıldığı ve sağ dizinden şarapnel parçasıyla yaralanarak “Topal” lakabını aldığı Balkan Harbi’nden sonra, bu defa da I.Dünya Savaşı için asker yazılmaya karar verir. Dizi henüz iyileşmemiştir. Hatta zaman zaman kemik parçalarının eti yararak dışarı fışkırdığı da oluyordu. Vazgeçmesi için annesinin ve babasının tüm yalvarıp yakarmaları fayda etmez. Bunun üzerine eve, ikna etmeleri için mahallenin sözü dinlenen hacı nineleri davet edilir. Onların ikna çabaları da fayda etmez. Aldıkları cevap şöyle olur:

“…Siz hacca giderken ben iskele başına gelip, hacca gitmeyin, ne var orada desem ne yapardınız?”

Cevap verirler:

-O haccı farize, muhakkak gitmemiz lazım.

Osman Ağa’nın cevabı tokat gibi olur:

O haccı farize ise, bu iki misli haccı farize. Beni hiç kimse yolumdan alıkoyamaz!”(Osman Ağa ve Giresun Uşakları Konuşuyor, M.ŞakirSarıbayraktaroğlu, İstanbul,1975)

Osman Ağa ve arkadaşları hemen hazırlıklara başlarlar.YineM.ŞakirSarbayraktaroğlu’na dönelim:

“Artık Yalı kahvede davul zurna çalıyor, horon tepiliyor, kol oyunu (Kolbastı) oynanıyor. Bir taraftan da hazırlıklar yapılıyor, milli kıyafetimiz olan abazıpka elbiseler dikiliyor, silah ve mermiler tamamlanıyordu.”(a.g.e., s.25)

Bir tarafta Türk Tarihi’nin en kanlı ve şanlı sayfalarından biri olan Çanakkale Muharebeleri, öbür yanda ise yine tarihimizin en hazin sayfalarından biri olan Sarıkamış Harekatı, ardından Ruslar’ın Doğu Karadeniz’e dayanmaları…

Doksan üç gönüllü toplayan Osman Ağa vakit geçirmeden arkadaşlarıyla birlikte yola çıkar. Denizin fırtınalı olması nedeniyle karadan gitmeye karar verirler. Espiye’ye bu şekilde vardıktan sonra yollarına deniz yoluyla devam ederler. Tirebolu ve Görele’ye de uğramalarınımüteakip ata-yaka Trabzon limanına varırlar. Giresun Uşakları Trabzon’da alkışlarla karşılanır. Osman Ağa, Trabzon Savcısına tahliyesini sağlattığı Giresunlu 6 mahkumu da gönüllülerinin arasına katarak yoluna devam eder. Bu gönüllülerin adları şunlardır: Dalgaroğlu Bilal, SoytaroğluDıvalak Salih, Engüzlü Abbas Çavuş, Borazan Şerif, Çayanoğlu Ali, Fındıkçıoğlu Ali. 

 Çoruh ırmağı kıyılarında cephe tutarlar. Çok geçmeden de “Teşkilat-ı Mahsusa Alayı”na yazılırlar. Ruslar’ın 40 bin kişilik güçlerine karşın, Türk tarafının toplam asker sayısı 7 bin civarında idi. Bu durum karşısında Osman Ağa, Giresun’a dönerek yeni gönüllüler toplamaya başlar. Firarileri (asker kaçakları) de yakalatarak kendi bölüğüne yazdırır. Sayıları 850’yi bulan bölük, tabura dönüştürülerek,Miralay Hacı Hamdi Bey emrindeki 37.Fırka’ya verilir. Bir ara cephede tifo salgını başlar. Bu salgından Osman Ağa da nasibini alır. Giresun’a dönerek 20 gün süren bir tedavinin ardından tekrar cepheye döner. Ne kadar fedakarlık gösterseler de, kendilerinden kat kat üstün Rus birliklerini durdurmak mümkün olmaz.

Vuruşa vuruşa Tirebolu’daki Harşıt Irmağına kadar çekilirler. Burada kahramanca direnerek, düşmanın Tirebolu’yu işgaline set çekerler. Osman Ağa bir ara Tomoğlu İsmail Ağa ile Kara Ahmet Ağa’ya dönerek:

-“ Eğer geri çekilirken veya yara alır da yürüyemezsem beni düşmana sağ teslim etmeyin. Beni vurun ondan sonra çekilin” der. Şükür ki, böyle bir durum olmamıştır.

Bu arada yeri gelmişken M.Reşit Tarakçıoğlu’nun “Trabzon’un Yakın Tarihi”(Trabzon, 1986, s.15) adlı kitabından, Tirebolulular’ın kahramanlıklarına ilişkin alıntıya da değinmeden geçmek istemedik:

“Ruslar, kuvvetlerimizi kırıp Harşıt Deresini aşamayınca bütün hırslarını Tirebolu kasabasından ve halkından almağa kalkışmışlardı. Rus dretnotu olan Maria zırhlısı büyük topları ile kasabayı döve döve o gül gibi güzel Tirebolu’yu yakıp yıkmıştı; lakin ‘Mert Çepni’ yani tertemiz Türkmen olan yiğit halkını yıldıramamış idi. Ruslar ortadan çekilince yüksek, temiz, yontma taştan yapılmış Tirebolu kasabasının yerinde yakılmış, mermilerle delik deşik olmuş ve fakat gazilik şerefini kazanmış bir harap Tirebolu kalmıştı. Bugün daha çok güzel  ve daha zenginlik ve huzur içinde yaşamakta olan Tirebolulular dedelerinin kahramanlıklarıyla öğünebilirler.”

Rus işgali ile birlikte doğudan batıya doğru büyük bir göç hareketi de başlar. Evini-barkını, odunu-ocağını, malını-mülkünü bırakan insanlar aç, çıplak perişan halde yollara düşer. Bu yetmiyormuş gibi bir taraftan sahile kadar yanaşan Rus torpidolarının yoğun bombardımanı, diğer yandan ise salgın hastalıklar… Feryatlar, figanlar yürekleri dağlar. Açlık, sefalet ve salgın hastalıklar Ruslar’ın çekilmesinden sonra da hız kesmeden devam eder. Bu konuda, değerli araştırmacı-yazar Ayhan Yükselşunları  yazıyor:

“…Giresun, Tirebolu ve Görele halkı, savaş yıllarında büyük acılar çekmesine, açlık ve sefaletle mücadele etmek zorunda kalmasına, şartların olumsuzluklarına rağmen, Milli Mücadeleye sahip çıkan ilk yöreler arasında yer almıştır.” (Giresun Tarihi Yazıları,İstanbul,2009, s.125)

Bir süre sonra Rusya’da Bolşevik İhtilali çıkar. Rus ordusu çözülmeye başlar. Fırsat bu fırsattır diyen Osman Ağa ve Giresun Uşakları bir yandan, Göreleli ve Eynesilli yerel çeteler diğer yandan Rus Ordusunu önlerine katarak kovalamaya başlarlar. İşgal süresince KakaliçoğluAbdülmuttalip, Kakaliçoğlu İsmail, Çakır Çavuş, Çakır Çoban, Cinoğlu Ali Osman, Bayıroğlu Hüseyin, Çürükvelioğlu Ali, Çürükvelioğlu Mustafa, Seyisoğlu Ömer ve Hıdıroğlu Tıp Osman adlı Göreleli kahraman çeteciler düşmana hayli kan kusturmuştu. Bu yüzden halkın zamanla çetecilere karşı güvenleri artmaya başlamıştı. (Bu arada, “Dursun Çavuş” namıyla ünlenen kahraman kadın çetecimiz GülüşanMaksutoğlu’nu da unutmayalım.)Bunun sonucu olarak Görele’de Kodalakoğlu Halil ve Eynesil’de de Palakoğlu Deli Bilal çeteleri kurulmuştu. Rus Ordusu  tüm ağırlıklarını (silah,teçhizat, katana…) geride bırakarak, arkalarına bile bakmadan panik içersinde kaçmaya başlarlar. Gemilere binebilenler canlarını kurtarır, binemeyenler ise yaptıklarının bedelini Göreleli ve Eynesilli çetelere ağır bir şekilde öderler. 13 Şubat 1918’de Görele düşman işgalinden kurtarılır. Ruslar tarafından terkedilen bir uçağa da el konulur. Bu uçak daha sonra, Görele adı verilerek, İstanbul Yeşilyurt’taki Hava Müzesine teslim edilmiştir.

Görele’den sonra Eynesil, Vakfıkebir, Akçaabat, Trabzon, Rize, Artvin birer birer düşmandan temizlenir.

Osman Ağa, arkadaşlarıyla birlikte düşmandan arta kalan cephaneyi toplayıp iki adet motoruna yükledikten sonra, Karadeniz’in azgın dalgalarını yara yara Batum’a doğru yol almaya başlar. Batum’a ilk ayak basanlar Osman Ağa ve Giresun Uşakları olmuştur. (14 Nisan 1918)  Canlarının derdine düşen Ruslar ise Batum’u çoktan terk etmişlerdi. Osman Ağa, düşmandan elde ettikleri mühimmatı Batum valiliğine ve kumandanlığına teslim eder. Diğer Türk birlikleri ise, sonradan Batum’a girer.

Olayı bir de Hasan İzzettin Dinamo’nun kaleminden görelim:

“Batum’a ilk kez Topal Osman girdi. ‘Fatih’liklerin armut gibi kolayca devşirildiği bu savaş döneminde Topal Osman’ın ‘Batum Fatihi’ olması gerekirken, bunu Yakup Cemil sahiplenmişti.” (Hasan İzzettin Dinamo, Kutsal İsyan,Mangal Yürekli Adamın Hikayesi, c.2, s.124)

Buraya bir açıklama getirelim. Yakup Cemil, 11 Eylül 1916’da idam edilmişti. Bu nedenle Batum’un kurtarılmasında bulunması mümkün değildir. Yazarın bu konuda yanıldığını düşünüyoruz. Ama Batum’a ilk ayak basanın Osman Ağave Giresun Uşakları olduğu da bir gerçektir.

 Daha önceden Osman Ağa’nın adını duyan Mustafa Kemal Paşa, yaptığı bir görüşmede, HarşıtMüdafaası’nda bulunan 37.Fırka Komutanı Miralay(Daha sonra Paşaolmuştur) Hacı Hamdi Bey’e,“Nasıl bir insandır?diye sorar. O da:

“Son derece güvenilir, Timurlenk gibi bir cengaverdir.” cevabını verir. (Yakın Tarihimizde Osman Ağa ve Giresunlular, Erden Menteşeoğlu, Giresun, 1997

Bu vesileyle, şirin Görelemiz’in düşman işgalinden kurtuluşunun 94.yılını yürekten kutlarken; aziz şehitlerimizi de minnet, şükran ve rahmetle anıyoruz.

Cenabı Allah’ın bir daha böyle acılar yaşatmaması dileklerimle…

Alıntı Yazı-Teşekkürler

AZMİ GÜLSOY'DAN ÖYKÜYazdır
Perşembe, 06 Eylül 2012 14:43

Giresun’un usta kalemlerinden Azmi Gülsoy, ilk öykü denemesini yazdı.


Bugüne kadar bir çok alanlarda yazdığı yazılarıyla ses getiren Gülsoy’un ilk öykü denemesinin de beğenilerek okunacağı aşikar.
İşte Gülsoy’un  keyfle okunacağı öykü denemesi;

 YAMİÇOĞLU DEDİKLERİ 
   Giresun, Trabzon ve Gümüşhane topraklarının birleştiği o tanıdık bölgede, 1960’lı yıllarda yaşanmış, fakat yeni dinlediğim bu öyküyü, kimi kişileri de tanıdık çıkınca, yazmasam hata olurdu.
Şahmelik köylü Yamiçoğlu, elinden bir kaza çıkıp yolu dağlara düşünce, hep olduğu gibi, ardı sıra lojistik destek gitmemiş elbet. 
   Donduran soğuk ve açlık, “çek cezanı” demeye başlayınca, o da zorunlu olarak halka yakın durmuş; yazın yayla kışın cenik, üç il arasında iz kaybettirmiş.
   Sadece cendermeden kaçmak yetmez, buralarda halk da silahlıdır ve dalına binersen onu kullanır. Kaçak oldun mu, öyle ince bir denge tutturacaksın ki, sen de tutunabilesin.
   Kaçaklığının ilk günleridir. Aç ve yorgun Yamiçoğlu Alaca’da odun ve mantar toplayan birkaç kadına rastlar:
   “Selâmün aleyküm bacılar!” Bacılar oldukça ürkek, sese dönerler ve en yaşlısı selâmı alır:  “Aleyküm selâm..?” 
   “Bacı iki gündür açım, azığınız varsa biraz verin.” 
   Sorgulama başlar: “Nerelisin?” “Beşikdüzü.” “Kaçak mısın?” “He bacım!””Suçun ne? “Namus meselesi..”
   ”Kadınlar da Beşikdüzlüdür, azıklarını cömertçe kaçağa verirler ve “buralara geldikçe obaya da uğra, olancasını paylaşırız,” diyerek uğurlarlar onu.
   Namus düşmanlığı ve hırsızlık, bizim insanımız için en aşağılık iki suçtur. Bunlara karşı olup suçlu duruma düşenlere de, ‘kader kurbanı’ denilir. Kader kurbanlarına halkın sempatisi gelenektir. 
   Günlerin birinde, yanında toy biriyle, Yamiçoğlu tanıdık bir obadan yiyecek alırken, olacak ya, acemi delikanlı bir densizlik yapar kadınların genç olanına sırnaşır. 
   Bir kaçak için uçkur düşkünü olmak, ölümü çağırmaktır. Buralarda en fazla bir hafta yaşatırlar  öylesini. Hattâ bu toy gencin faturası, yanında olana da kesilebilir.
   Yamiçoğlu anında delikanlıya, “düş önüme” der. Dönemeci aşıp gözden kaybolduklarında da, bir el silah sesi işitilir… 
   Ve obalılar olay yerinde ‘öldüreni bilinmeyen’ bir ceset bulurlar…
   Yamiçoğlu güven tazeler, efsaneleşir. 
***
   Zaman akmaktadır… Bir öğretmen arkadaşımız, Kırıklıda oturan ağabeyini ziyarete gider. Rastlantı bu ya, ağabeyinin evinde o akşam yatıya kalmış birkaç misafir daha vardır. 
   Gece geç saatlere kadar bölgenin bildik insanlarının son maceraları konuşulur. Öğretmen arkadaşımız da tanıdığı bir ormancının Yamiçoğlu ile karşılaşmasını şöyle anlatır:
“Bizim ormancı, çevresinde kadınlı erkekli bir yaylacı gurubu ile ertesi gün yapılacak Alaca şenlikleri için Erikbeli’nden yola çıkar.
   Bilirsiniz, uzun yollar ya türkü söyleyerek ya da konuşa konuşa tükenir. Guruptan biri tam, “Yamiçoğlu” hikayesine başlayacak olur ki, ormancı sözü ondan kapıp alır ve yüksek sesle:
    “Yahu Bırakın şu karının kızın azığını ellerinden alarak geçinen haydudu!Ah bi karşıma çıksa da ona bu dağları dar etsem..!”
   Arkasından gelenler, ormancının desteksiz atışına kahkahalarla gülerken, birden yolun üstündeki çiçeklenmiş komarların arkasından, güneş yanığı yüzlü bir adam atlar yola. Öndeki ormancıya tabancasını dayar ve ders verir gibi konuşur: 
   “Bak delikanlı, maaşın devletten,giydiklerin devletten, omzundaki filinta devletten. Yediğin-içtiğin ise habu fakir halktan. Üstelik rüşvet de alırsın. Erikbeli’nde iki kadeh bedava rakı içtin, burada millete caka satıyorsun. 
   Şimdi giysilerini ve filintanı alıp gittiğimde senden geriye bir “hiç” kalacağını düşün..!”
   Ve ekler,“Yamiçoğlu’nu tanır mısın? 
   Yüzü bembeyaz olmuş ormancı şaşkın: “Yo-ok” diye kekeler.
   “O zaman tanımadığın bir adamın arkasından niye konuşursun?” 
   Bak kalıbın yerinde, biraz da ‘delikanlı’ ol..!” uyarısından sonra umulmayanı yapıp, gitmelerine izin verir.”
*** 
   Öğretmenin sözü burada biter ama nedense hiç yorum yapılmaz.
   Ertesi sabah misafirler ayrılınca, öğretmen ağabeyine soruyor:
   “Ben akşam Yamiçoğlu’nun ormancıya verdiği dersi anlatırken bizim misafirlerde bir suskunluk, hâttâ ürkeklik hissettim; sanki odada ben tek başına konuşuyormuşum gibi garip bir hâl, bir sır oluştu..?” 
   Ağabey gülerek kardeşinin merakını giderir:
   “Sır şuydu, sen bu gece Yamiçoğlu ile aynı odada uyudun..!”. 

 

Beykoz Giresunlular Derneği’nden yeni ataklar

Seyfullah ÇİÇEK/Alıntı Yazı

 

                Beykoz’la tanışmamız, 1959 yılına kadar uzanır.
                En güzel çocukluk ve gençlik yıllarımın geçtiği, İstanbul’un cennet köşelerinden biridir Beykoz.
                Yıllarca çayırlarında top koşturdum.
                İlk ve ortaokulu orada bitirdim.
                Orada aşık oldum, orada evlendim, 33 yıllık hayat arkadaşımı yine orada kara toprağın koynuna (Şahinkaya) teslim ettim.
                Onun için, dolu dolu 25 yıl geçirdiğim Beykoz, benim için bambaşka duygular ifade ediyor.
                Uzakta da olsam o, daima benim çok yakınımda, içimde, yüreğimin ta derinliklerindedir.
                Bu nedenledir ki, oradaki arkadaşlarımla, dostlarımla, hemşehrilerimle dirsek temasım, gönül bağım hiç kopmadan devam etmektedir.
                İşte bunlardan biri de, Beykoz Giresunlular Derneği’dir.
Beykoz Giresunlular Derneği, ta kurulduğundan bu yana yaptığı olumlu faaliyetlerle gündemde kalmasını bilmiş, örnek bir dernektir.
            Özellikle, gönül bağını hiç koparmamış eski bir Beykozlu ve Giresunlu olarak Beykoz Giresunlular Derneği’nin çalışmalarını hep yakından izledim.
            İl, ilçe, köy, mahalle ve hatta sülale bazında bugün İstanbul’da sayıları 500’e ulaşmış olan Giresun derneklerinin ezici bir çoğunluğunun tabela dernekçiliğinden öteye geçmediğinin bizzat yakın şahidiyim.
            Gerçek dernekçilik yapanların sayısı bir elin parmaklarını geçmez.
            Bunlardan biri de bence, Beykoz Giresunlular Derneği’dir.
            Kurulduğundan bugüne kadar; Salih Kırtorun, rahmetli Ahmet Kuruderi, H.İbrahim Dalka, Salim Öztürk, Fuat Kuş gibi çok değerli başkanların (unuttuklarımız varsa bizi bağışlasınlar) yönetiminde başarılı çalışmalara imza atan Beykoz Giresunlular Derneği bugün de, Hasan Karakaya yönetiminde büyük hedeflere doğru yürüme kararında.
            Giresunlular’ın çok yoğun olarak yaşamlarını sürdürdüğü İstanbul’un incisi Beykoz’da, hemşehrilerimiz arasındaki birlik ve dayanışmayı en üst düzeye yükseltmesinin yanı sıra, özellikle tarihi ve kültürel değerlerimize de büyük önem veren Beykoz Giresunlular Derneği, ta başından beri (1992) Afyon’daki Giresunlular Şehitliği ziyaretlerine en kalabalık katılımı gerçekleştiren derneklerin başında gelmektedir.
            26 Ağustos 1922 tarihinde Başkomutan Gazi Mustafa Kemal’in, “Ordular; ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” komutuyla taarruza kalkan kahraman Türk Ordusu’nun içinde, Atatürk’ün Muhafız Birliği Komutanı ve Fedaisi, Kurtuluş Savaşımız’ın büyük milis komutanlarından Milis P.Yarbay Topal Osman Ağa komutasındaki 47.Giresun Gönüllü Alayı da vardı.
            Bir yıl önce Hüseyin Avni Alpaslan komutası’daki 42.Giresun Gönüllü Alayı (H.Avni Alpaslan dahil, Alay’ın tamamına yakını şehit düştüğünden lağvedilmiş ve B.Taarruz’a katılamamıştır.)  ile birlikte Sakarya Meydan Savaşı’nın kaderini değiştiren mevcudu 2500’ü bulan Topal Osman Ağa Komutasındaki 47.Giresun Gönüllü Alayı’na bu defa da en zor görevlerden biri verilmişti.
            Neydi bu zor görev?
            Yunanlılar, Afyonkarahisar’ın İscehisar ilçesi sınırları içinde bulunan Sivritepe’nin çevresine kat kat tel örgülerle öyle bir tahkimat yapmışlardı ki, Yunan birliklerini denetlemeye gelen bir İngiliz Generali, “Türkler eğer bu tel örgüleri geçebilirse, gelip Avrupayı’da alsınlar” diye alay etmekten kendini alamamıştı.
            Ancak, unuttuğu bir şey vardı; Giresun Uşakları! General, işte onları hesaba katmamıştı.
            On dört cana mal olsa da, Giresun Uşakları sağdan, soldan buldukları paslı makaslarla, o aşılamaz denilen tel örgüleri bir gecede kesmeyi başararak, ilk hedef olan Akdeniz’in, İzmir’in yolunu açıvermişti.
            Her yıl, 30 Ağustos Zafer Bayramı törenlerinden bir gün önce 29 Ağustos’da asker, sivil onları ziyarete gidiyor, devlet ve millet törenleriyle, dualarımızla anıyoruz.
            Şehitlik’le ilgili olarak Giresun Dergisi başta olmak üzere çeşitli yayın organlarında daha önce ayrıntılı bilgiler vermiştim.
            Son olarak da sevgili Abdullah Yümsel kardeşimiz yazımızı köşesine taşıyarak, okurları ve hemşehrilerimizi bir kere daha bilgilendirmişti.
            Bu nedenle, “Şehitlik”in tarihçesini yinelemeye gerek görmeden, asıl konumuza geçmek istiyorum.
            Bir gün sevgili Abdullah Yümsel telefonla beni arayarak, Beykoz Giresunlular Derneği tarafından kendisi başkanlığında Afyon’daki “Giresunlular Şehitliği” için bir komite oluşturulduğunu, bu komitede bizi de aralarında görmek istediklerini söyledi.
Anlattıkları bizi heyecanlandırdı. Böyle bir teklife kayıtsız kalmayı kendime yakıştıramazdım. İşlerimin yoğun olmasına rağmen, teklifi seve seve kabul ettim.
            Hem dernek başkanı Sayın Hasan Karakaya’nın sohbet toplantısı davetine icabet etmek, hem de sohbetten sonra Giresun Şehitliği Komitesi’nin ilk toplantısını yapmak üzere 23 Ocak 2013 Çarşamba akşamı Beykoz Giresunlular Derneği’nin Kavacık’taki merkezinde toplandık.
Oldukça kalabalık bir hemşehri topluluğunun katıldığı sohbet toplantısında önce sıcacık pancar çorbalarımızı iştahla kaşıklarken, bizi tanıyan hemşehrilerimizle özlem giderdik, gıyabımızda tanıyanlarla da yüz yüze tanıştık.
Yemek ve sohbet faslından sonra da, Topal Osman Ağa hakkında kısa bir konferans verdik, kitaplarımızı imzaladık.      
Ardından, “Afyon Giresunlular Şehitliği Komitesi” olarak Abdullah Yümsel Başkanlığı’ndaki ilk toplantımızı gerçekleştirdik.
Komitede; Hasan Karakaya ve Abdullah Yümsel’den başka, tanıdık bir sima daha vardı, sevgili Yahya İpek. Yıllarca, O Haber Müdürü, bendeniz de Kültür Sanat Yönetmeni olarak yıllarca omuz omuza Giresun Dergisi’nde görev yaptık. Onun da komitede bulunduğunu görmek beni ayrıca mutlu etti.
On kişiden oluşan komitenin diğer üyelerinden, daha önceden tanışıklığımız olup mazeretleri nedeniyle katılamayan Engin Şenol ve Erdal Dalcı’nın haricinde, toplantıya katılan Gökhan Vural ve Erhan Ekiz’le de tanışmış olduk.
Toplantının ana gündem maddelerinden birincisi, bu yıl 21.si gerçekleştirilecek olan “Giresunlular Şehitliği” ziyaretine daha geniş bir katılımın (sevgili Abdullah 10 binli rakamlar telaffuz etti, ki niçin olmasın?) sağlanması…
İkincisi ise, uzman mimarların yönetiminde şehitlik çevresinde, o günkü tarihi dokuyu canlandıracak bir peyzaj (çevre düzenlemesi) çalışması yapılması.
Toplantıda, bu iki önemli amacımızı gerçekleştirebilmemiz için, hiç gecikmeden kolları sıvama kararı aldık.
Pek yakında Afyon’a göndereceğimiz temsilcilerimiz, orada yapacakları resmi ve özel temasların ve keşiflerin sonucunu bir rapor halinde komitemize sunduktan sonra çalışmalarımıza hız vereceğiz.
Başta Giresun, Afyonkarahisar, İstanbul ve Ankara olmak üzere; resmi yetkilileri (bakan, milletvekili, belediye başkanları, üst düzey bürokratlar…) ve sivil toplum örgütlerimizi (federasyonlar, dernekler, vakıflar, birlikler, odalar, sendikalar, sanatçılar…) harekete geçireceğiz.
Herkesin gücü oranında bu olayın içinde olmasını sağlayacağız. 
Şimdilik bu çalışmaların ayrıntısına girmeyeceğim. Onu da bir başka yazımızda dile getiririz, inşallah!
Biraz da dernek lokalinden ve çalışmalarından bahsetmek istiyorum.
Dernek lokali, herkesin rahatça ulaşıp, bulabileceği bir yerde, Kavacık’ın tam göbeğinde.
Başkan ve yönetim kurulu odalarıyla, mutfağıyla, çay ocağıyla, geniş ve ferah salonuyla insanın içini ısıtan, sımsıcak bir mekan, Beykoz Giresunlular Derneği lokali.
Lokalin duvarları; başta Topal Osman Ağamız olmak üzere, Giresun’un eşsiz doğal ve tarihi güzelliklerini taşıyan rengarenk tablolar ve posterlerle süslenmiş.
Ne yalan söyleyeyim, içim ısındı, huzur buldum.
Duygularımı; gelirken aldığı gibi, dönüşte de beni arabasıyla evime kadar bırakan sevgili Abdullah Yümsel’e de anlattım.
Bir bardak sıcak çayın, bir tas bol acı biberli pancar çorbasının, buram buram Giresun kokan sohbetlerin tadına varmak isteyen dost ve hemeşherilerime, en azından bir kere Beykoz Giresunlular Derneği’ne uğramalarını öneririm
Hasan Karakaya başkanlığındaki dernek yöneticilerini gönülden kutluyor, gösterdikleri konukseverlik için teşekkür ediyorum.

Yorumlar - Yorum Yaz