Topal Osman Ağa'mız |
ÇAVUŞLU TARİHİÇavuşlu, Görele'nin doğusunda bulunan küçük, tarihi bir sahil kasabasıdır. Ne zaman kurulduğu kesin olarak belli değildir. Ancak kasaba sınırları içinde Kurukale gibi ören yerlerinin bulunması kasabanın M.Ö. yerleşime açık olduğu tezini kuvvetlendirmektedir. Ayrıca Roma devrine ait Camiyanı mahallesindeki hamam yıkıntıları, kümbet ve kubbe kalıntıları da Çavuşlu'nun çok eski bir yerleşim bölgesi olduğu tezini desteklemektedir. M.Şaban Toz, Çavuşlu'ya ilk gelenlerle ilgili şu bilgileri vermektedir. Çavuşlu'ya iki koldan gelinmiştir. Birincisi Harşıt Torul yolundan; ikincisi Ağasar-Zıva yoludur. Fakat ilk gelenler Tokat-Niksar yolundan gelmişlerdir. Burayı Türkleştirmek için buranın ileri gelenleri erenlerdi. Buraya üçte bir nüfus yerleştirmek için, Tokat'dan, Niksar'dan Almus bölgesinden gelenler önce Samsun'a, sonra Çarşamba'ya, sonra Perşembe'ye sonra Ordu ve bu bölgeye yerleşmişlerdir. İlk gelenler de hem padişah tarafından burada idareyi sağlamakla görevlendirilen Hacı Ali oğullarıdır. Bunlara da ''Gürci'' denmiştir. Bunun sebebi de Fatsa yöresinden geçip geldikleri içindir. Fatsa yöresinde de vardır. Bunların Gürcülerle hiçbir alakası yoktur. Tamamı Türk'tür. Trabzon tarafından ticaret maksadıyla gelip yerleşenler vardır. Âsar tarafından gelenler ise köylere gelip yerleşmişler, hayvancılıkla, tarımla iştigal etmişlerdir.
Yavuz Sultan Selim Han Oğlu Kanuni Sultan Süleyman'ın bu konakta beşiği sallandığı rivayet olunmaktadır. Yine bir rivayete göre Kanuni'nin annesi Gülbahar Ayşe Hatun, Vakfıkebir veya Çavuşlu'dandır. Çavuşlu kelimesi Çuvaz kökünden gelmektedir. Çuvazlar, Çavuşlu'ya ismini vererek yerleşen ilk Türk boyudur. Çuvazlar'ın bir kısmının İran'ın Kuzistan bölgesinde 14 bin çadıra ulaşan nüfusları ile göçebe olarak yaşadıkları 1930 yılındaki araştırmalardan öğrenilmiştir.
Türk'ün buraya gelipyerleşmesinden dolayı Çavuşlu denmiştir. Günümüz Türkiye'sinde 11 adet Çavuşlu adıyla anılan yerleşim bölgesi bulunmaktadır. Çavuşlu, tarihte Zuvaha günümüzde Zuva denilen derenin ve çevresinin sahildeki iskelesi ve pazar yeridir. (Zuvaha kelime itibariyle dere içi anlamına gelmektedir) Çavuşlu'nun coğrafi durumu itibariyle bundan 150 yıl öncesine kadar eski değirmen bendi mevkiinin bulunduğu bölgeye kadar küçük ve ince donanmaların barındığı, nakliye kayıklarına liman görevi yapan bir haliç'e sahip olduğu anlaşılmaktadır. Münip Şaban Toz'la 2 Ağustos 2000 Çarşamba günü yapmış olduğum söyleşide Çavuşluyla ilgili aşağıdaki bilgileri vermektedir. "Kuğuzade"'nin mezarı Çavuşlu'dadır. Çavuşlu mezarlığı son 50 sene içersinde yağmalandı. Orman gibi tarihi mezar taşları vardı. Yağmacılar taşları çaldılar. Yinede aranması taranması lazım, bir kısmını toprağa gömdüler. Bunları Çavuşlulu olmayanlar yaptı. Çavuşlu'nun çok derin tarihi vardır. Çavuşlu mezarlığı'nda iki tane Hacıhasanoğulları'ndan mezar var. Bu mezarlar kenarda kalmış, kimse bunları alıp atmamış. Bu mezar taşlarını kaçırmak aklına gelmemiş veya gözden kaçırmış. Birisi İsmail ağa, diğeri ise Hüseyin ağa'nın mezarıdır. Bu kişiler buradan gitme Trabzon âyanı (Meclis üyesi)'dır. Mezar taşlarından anlaşıldığı üzere bu kişiler bundan 348 sene önce yaşamışlar. Bu mezar taşları (mezarlar) selvinin altında duruyor. Bunun gibi çok vardı. Bu mezarlığın iyi bir uzman eleman tarafından, mezarların altında (toprağın) bulunan mezar taşlarının çıkartılarak incelenmesi lazım. Bunu ben valiye'de teklif ettim, bu konuda gelen bu konulardaki uzmanlara da söyledimse de kimse ilgilenmedi.
Medresenin temeli kazıldı, yerine yeni bina yapıldı. Bu medrese üç katlı idi. Hem de 2,5-3 metre genişliğinde döşeme devlet yolu. Buralardan devlet yolu geçmekteydi. Bu köprüleri Osmanlı devleti yapmış ve 300-400 senelik köprülerdir. Köprüleri Rusların yaptığı söylenmektedir. Bu yanlıştır. Ruslar sahildeki yolu yapmışlardır. Kendi top arabalarını sürmek için. Bu yol yapımında da yerli halkı çalıştırmışlardır.
Kuğuoğullarından Aslan Bey vardı. Fevkalede kırıkçı-çıkıkçıydı. Şimdi onun kızı var. O'nun kızı konakta oturuyor, Ahmet Kuğu'nun hanımı Nigar hanım, bu işlerle uğraşıyor. Bir çok kırıkları tedavi ediyor. Şu anda hâlâ sağ 72-73 yaşlarındadır.
Teyyare düzü ve Batlama Deresi bölgesinde vardır. Ayrıca Bayburtda'da vardır. Bayburt'aki hane sayısı 600'dür. Bu ailelere sorduğumda, Bayburt'a nereden geldiniz? "Tokat'la Bayburt arasındaki Tozan ovasından geldik" diyorlar.
Hacı Hasanoğulları burada 3-5 hane. Bunlar Beşikdüzü'nden gelmişlerdir. Beşikdüzü'nde soy isimlerini değiştirmişlerdir. Hacı Hasan yerine Yücesan soy isimlerini almışlardır. Bir kısmı Vakfıkebir'den gelmiştir. Hamzaoğulları burada bir kısımdır. Vona'da daha çoktur. Göcel tarafında var. Buraya Arsin'den gelmişlerdir. Arsin'de bunların soy isimleri Şengün'dür. Ben orada Hasan Şengün isminde Lisenin eski müdürüne sorduğumda, "Bizim aslımız Kırımdan gelmedir, bizim aslımız Tatardır" demiştir. Benim yaptığım araştırmalarda da gerçekten Hamzaoğullarının Kırım tarafından geldiği ortaya çıkmıştır. Babam Emanetoğlu Fazlı Efendiye bir yer satmış. Tapu kayıtlarına baktığım zamanda tapu kayıtlarında tabiri şu; Diyorki "Tebaa-yi âliyi Osmâniyeden olan, tebaa-yi âliyi Osmâniyye mahdûmu olan, Zühdü oğlu Halil Şengün namındaki yerin nıfsını Emanetoğlu Fazlıya ferağda bulunmuştur" diyor. Bu bilgiler, eski yazı olarak; Görele Tapu dairesindeki 10. cildin. 52. sayfasının, 2 bendinde yazıyor.
Kabileler bir bir bölgeye yerleşmişlerdir. Bütün Türkiye'ye şamil.
Fildirli mahallesi dediğimiz, Feridunlu mahallesindeki meskenlerine Emanetoğulları'nın bir kısmı yerleşmişler. Feridunoğulları hayvancılıkla uğraştıklarından, Emanetoğulları da denizcilikle uğraştıklarından dolayı yer değiştirmişlerdir. Emanetoğulları yukarıya çıkmış, Tekgöz'e Kırıklı bölgesine yerleşmişler. Feridunoğulları da bu günkü Şahali köyünün deniz sahiline yerleşmişler. Tuzcuoğlu Piçoğlunun hocasıdır. Tuzcuoğlu Karamanında hocasıdır. Tuzcuoğlu Çavuşlu'da yaşamıştır. Tuzcuoğlu'nun kendisi yarım hafızmış, bazen de atarmış. Müftü (Karamanzade İbrahim Efendi) efendi demiş, Tuzcuoğlu medrese arkadaşı olduğu için, onun içkisine, çalgısına bakmazmış onu hoşnut tutarmış. Tuzcuoğlu demişki "Müftü efendi, Allah'dan korkuyorum, Kur'ânı-ı kemençeye okuturum" demiş. Tuzcuoğlu, Kur'ân-ı bütün cehriyle makamıyla beraber kemençeye okutabilecek kadar güçlü bir sanatçıdır. Çavuşlu'daki mezarlığı Dervişoğulları kurmuşlardır. Yine Çavuşlu'daki ilk camiyi yapanlar da Dervişoğullarıdır. O caminin ebatları 8x11 dir. Bir Cuma günü caminin içersinde adam vurulduğu için cami terk edilmiştir. İslâmi geleneklere göre vurgun yapılan, kan dökülen cami kapatılırmış.
Son elli sene içersinde, mezar taşlarının hepsini çaldılar. Çoğunu mozaikte kullanmak için öğütüp mermer tozu yaptılar. Önemlilerini ise götürüp sattılar. Önemini de takdir ettiklerini tahmin etmiyorum. Öyle tahmin ediyorum ki bir çoğunun önemini de kavrayamadılar. OSMANLI DÖNEMİNDE GÖRELE VE ÇAVUŞLU Fatih Sultan Mehmet, Sinop ve Amasra dolaylarını kolayca fethedince, ordusuyla beraber Türkmenistan üzerine gidiyormuş hissini vererek, Erzincan üzerinden Trabzon’a yöneldi. Niksar, Şebinkarahisar ve Gümüşhane’ye fethedip Doğu Karadeniz Dağları üzerinden yeniden yol açarak Trabzon’a geldi. Daha önce gelen Mahmut Paşa komutasındaki Osmanlı donanması bekliyordu. Fatih Sultan Mehmed’i Pontos Kralı Davit şehir dışında karşıladı. Şehrin anahtarlarını teslim ederek af dileğinde bulundu. Affedilerek gemi ile İstanbul’a gönderildi.
Fatih Sultan Mehmet komutanlarından Hızır Bey’i Trabzon valiliğine tayin ederek çevredeki kaleleri fethetmelerini emretti. Bu kumandan Görele Kalesini fethederek kesin olarak Osmanlı Devleti’ne kattığı anlaşılmaktadır. Fatih, Trabzon seferini son derece gizli tutmuştu. Yakınlarından biri ona seferin yerini sorunca, Fatih ona: “Şayet sakalımın tellerinden biri bilse derhal onu yolarım” cevabını verdi. Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın annesi Fatih’e: “Oğlum, bir Trabzon için kendini bu kadar yormak çok değil midir?” deyince, Fatih: “Valide, İslamın kılıcı benim elimdedir. Eğer bu zahmetlere katlanmayacak olursam, ‘gazi’ ünvanına layık olamam. Bugün, yahut yarın Allah’ın huzuruna çıkınca sonra mahcup olurum” cevabını verdi. Yüce Fatih niçin hazırlıkların bu kadar gizli tutmuştu. Neden Şebinkarahisar- Trabzon yolu yerine gür ormanların kapladığı Zigana geçidinden günlerce uğraşarak yeni yol yaptı. M. Kemal Yanbey’in, Trabzon’un Fethi isimli kitabında da bahsedildiğine göre, Rum Ordusu yirmibin kişiydi; donanması da Osmanlı donanmasına eşitti. Çevre yolları ve geçitleri kalelerle kesilmişti. Bu kaleler arasında haberleşmek ve yardımlaşmak çok kolay ve mümkündü.Ayrıca halk böyle bir savaşa hazırlıklı idi. Bu sebeplerden dolayı Zigana dağlarından yeniden yol açmayı Fatih daha ehven-i şer buldu. Bugün çevrede gördüğünüz kale kalıntıları o devrin hatıralarıdır. Şehir, kasaba ve kıyıların Kazaklar ve korsan baskınlarından korunması için Trabzon’da bırakılan donanmaya Fatih, Amiral Kazım Beyi tayin ederek yeni fetihler için İstanbul’a doğru yola çıktı. Yeni fethedilen yerleri, Osmanlılar hemen iskan (göçmen yerleştirme) ederlerdi. Trabzon dolayları da fethedilince insan yerleştirilmesi, Türkleştirilmesi gerekti. Bu sırada doğuda yaşayan Horasan asıllı Çepniler başlarında bulunan Acem meliklilerine isyan ettiler. Bu isyan önlenemeyince kovuldular, çeşitli boylar halinde, kırk bin çadırlık bu toplum, Tirebolu, Görele ve Vakfıkebir’e yerleştirildiler. O zamanın bir başka yerleşme şekli de, abdal, derviş, şeyh, şah veya melikelerden birinin boş ve verimli bir araziye yerleşmesi ve etrafına bir takım insanları toplaması ile olurdu. Diğer yerleştirme şekli ise sürgündü. Tamamen padişahın arzusu ile yeni fethedilen bir yeri yurtlandırmak için, bir başka yerin halkı kaldırılarak buraya yerleştirildi. Bazen de vergi vermeyen isyan eden yerlerin halkı, mecburi iskana (yerleştirme, sürgün) tabi tutulurdu. Görele’ye yerleştirilen Çepniler, geldikleri yerlerin özlemini taşıyorlardı. Oralarda esnaf çiftçi ve çobandılar, burada da aynı işleri yaptılar. Oradaki yurtlarının isimlerini buradaki yurtlarına taktılar. Bir misal “Heri” gibi. Yine halk arasında ağızdan ağıza gelerek kısaltılmış bir söz vardır: “Horasanda bir kot tarlası var”. Bu cümlenin asıl şekliyle anlamı şuydu: İlk gelen Çepniler, yeni yerlerini bir türlü beğenip yerleşemiyorlardı. Kızıp, azıp, bağırıp tekrar eski yurduna hareket ediyorlardı. Ondan sonra her azıp, bağırıp tekrar eski yurduna dönmek isteyene “Horasanda bir kotluk tarlası var” denir oldu. Daha önceden Karadeniz bölgesi Oğuzların Çepni boyları tarafından Türkleştirilmişti. Türkmenler, 1302 yılında Giresun’a kadar inip çevrede bir takım beylikler kurmuşlardı. Oğuz Han’ın Üçok kolundan Gök Han’ın oğlu Çepniden türeyen boya, Çepni Boyu denmiştir. Bu boy Oğuz boylarının sosyal davranış, kültür ve fizik bakımından en seçkini idi. Bu sebeple varlıklarını devam ettirmişlerdir. Halen yurdumuzda pek çok Çepni köyleri vardır. Diğer birbirinden seçkin Oğuz boylarından bir çoğu bölgemize yerleşmişlerdir. Bunlardan Çuvaş, Çavdari, Dodurga, Avşar boyları vardır. Hepside Oğuz Han’ın Bozok kolundandılar. Avşarlar, Bozok kolunun Yıldız Han’dan oğlu Avşardan türeyen koludur. Onlarda buralara yerleştiler. Türklerden önce, buralarda, din, dil ve medeniyetleriyle birbirine düşman haline gelen etnik gruplar, bu yeni etnik unsurun gelmesiyle akıllara hayret verecek şekilde kaynaştılar. Sıcak kanlı, babacan ve yardımsever insanlar olan Türkler, varlıklarıyla beraber getirmiş oldukları merhamet, iyilik, müsamaha, dürüstlük ve kardeşlik gibi üstün temel vasıflarıyla bu karışık toplumu tam bir iç barış ve refah içerisinde idare etmişlerdir. Görele’ye gelip yerleşen Oğuz boyları son derece milliyetçi ve yurtsever kişilerdi. Din ve vatan aşkının dışında her türlü ihtirastan uzaktılar. Daha Orta Asya’da iken müslüman olarak gelmişlerdi. Fatih devrine ait, çevrede bulunan bir mezar taşı ve çevresindeki mezarlarla, kazılmış şahıslar incelenince, bu mezarın güney doğuya dönük ve daha sonra konulanların, güneye dönük olduğu, eskilerin etrafının bir sıra taşla çevrili olduğu, birkaç yüz kişiyi alacak kadar büyük tava biçimli çukurların da bulunduğu görüldü. Bunların diğer bilgilerimizle incelenmesinden şu kanaata vardık. Öncelikle söyleyeyim bu mezarlık tepe üzerindedir. Bir tepe üzerinde, doğuya dönük olanlar, şamanist mezarlıklarının aynısıdır. Güney doğuya dönük olanlarsa Ali taraftarlarına atfedilmektedir. Bu tip mezarlar Kızılbaş mezarlıklarına benzemektedir. Çevredeki çukurlarsa toplantı yerleri ve bilhassa bayram günleri köycek, birlikte yenilen yemek yeridir. O devre ait cenaze törenlerinde davul zurna çalmak, silah atmak ve topluca yemek yemek adeti yakın zamanlara kadar gelmiştir. Bütün bu geleneklerde Şamanizmin, İslamiyete adepte edilmiş kokusu ile Türklüğün ebediyen yaşamasına dayanan dini ve siyasi milliyetçilik vardır. Bu mezhep ayrılığı giderek islam aleminde Türklüklerini eritmeme politikasına dayanıyordu. Nitekim ilk yerli müslümanların bir kısmı Hanefi mezhebinden iken, bir kısmı 212 tarikatı bulunan asla fena bir halleri bulunmayan Kızılbaşlık mezhebinin bir tarikatındandırlar. İslamiyetin yüksek ahlak kuralları, din adamları tarafından öğretilip halk tarafından titizlikle ve saygı ile uygulanırdı. Yalancılık, sahtekarlık, dolandırıcılık, hırsızlık, mala, cana, namusa tecavüz, inancı kötüye kullanmak itimatı sarsmak gibi şeyler asla olmazdı. Temeli Türklüğe ve İslamiyete dayanan doğu kültürü ile yeni temas neticesi Yunan ve Roma kültürü de az da olsa öğrenildi. İnce ve kalın keten bezi ile şal ve şayak dokunur; tüfek, tabanca, makas gibi demirden aletler; şimşirden kaşık ve çam ağacından tahta yaparlardı. Keçe teperler, yün örerlerdi. Kar ve buz tutmuş keçeden çadırlarda ve ahşap evlerde otururlardı. Buldukları zaman çokca yerlerdi, bulamadıkları zaman az yemek yemeye kanaat getirirlerdi. Ekmeği çok az yerlerdi. Başlıca yiyecek et, süt ve baldı. Yoğurt ve çökelekten yapılan bir cins çorbayı sofralarından eksik etmezlerdi. Bal şerbeti ve ayran da içkileriydi. Selçuklular zamanında Görele’ye gelen Türkler tam bir serbestliğe sahip idiler. Fatih’ten sonra hükümete rağmen, din adamlarının halk üzerinde büyük etkisi vardı. Askerlik ve vergi işlerini, valiler doğrudan doğruya bunlarla görürdü. Görele önce Kürtün Kazasının Karaburun Bucağının bir kalesi olup, içinde 7 hane Türk, 134 hane Hristiyan ve dokuz da muhafız vardı. Bu haliyle Kürtün kazasının dört önemli kalesinden biriydi. Bu bucağın yeri iyi seçilmiş olmakla beraber korsan baskınlarına karşı koyamazdı. Bu devirde çevrede bir çok tımarlar kuruldu. İsmail Beyli ve Beyli bu devirden kalmadırlar. Karaburun bucağı daha sağlam ve güvenli bir yer olan Görele Kalesine taşınmıştır. Bu kalede daha çok yazlık olarak kullanılmış, yanı başında bulunan Yavebolu (Adabük) kışlık merkez olmuştur. Kıl keçi, koyun, at, katır, arı ve tavuk beslerler; darı, buğday ve pirinç ekerlerdi. Meyvelerden üzüme çok önem verilirdi. Çeşitli hayvan türleri, şarap, maden ve dokuma ihraç ederlerdi. Pazara gelen mallardan rüsumat alınırdı. Evlenen kadınlardan gelin resmi denen vergi alınırdı. Yüzden fazla koyundan da kışlık, yaylak vergisi olarak akça veya tulum peyniri alınırdı. Çok canlı bir ticaret vardı. Doğu malları Trabzon’a ve diğer iskelelere de inerdi. Bu mallar gemilerle Akdenize taşırdı. Bu devir bir bolluk ve bereket devri idi. Bu devreye ait birkaç noktayı daha açıklamamızda fayda vardır: Bunlardan biri Don Kazaklarının, Karadeniz sahillerine yaptığı devamlı korsan baskınlarıdır. Osmanlı Donanmasının karakol görevini yapmasına rağmen şayka denen ince, uzun, kürekli ve yelkenli süratli tekneler bu sahilleri vururdu. 1625 ve 1633 baskınlarında Görele Kalesi tamamen harap oldu. Asırlarca süren bu baskınları Rus ordusu değil Kazaklar tertip ederlerdi. Önceden iyice planlar, ekseriyetle gece baskını halinde tatbik ederlerdi. Tek kişi bırakmadan halkı kılıçtan geçirip mallarını da yağma ederlerdi. Doğu Avrupa Türkleriyle Asya Türklerini, Rus Orduları değil Kazak baskınları bu şekilde eriterek yok etme yoluna götürmüşlerdi. Böylesi olaylardan dolayı halk Evliya Çelebi’nin de bahsettiği gibi dağ eteklerinde mamur köyler kurmuşlardı. Çağrılınca Göreleliler, iç ve dış savaşlara, gazi ve şehit olmak gayesiyle severek katılırlardı. O zaman buralarda uzun dönem yaşayan, gerçekten üç arşın (204 cm.) boyunda bir Türk boyu vardı. Bazı mezarlıklarda bunlara ait mezarlara rastlanmıştır. İşte bu boy, IV. Murat’ın Bağdat seferine Türkmen usulünce çoluk çocukları ile katılmıştı. Geri gelemedikleri için de sadece adları kalmıştır. Duraklama devrinin sonuna doğru, devlet düzeninin iyice bozulmaya yüz tuttuğunu görüyoruz. Bunun da nedenleri iltimas, ipek ve baharat yolunun okyanuslara yönelmesi, Avrupa’daki yenileşme dolayısıyla ekonomik gerileme; suhte denen öğrencilerin isyan ederek köylere baskın yapması; harblerdeki yenilgiler, lakaydi ile devlet otoritesinin zayıflaması sonucu, korkunç bir hoşnutsuzluk ve güvensizlik başladı.Bundan sonra herkes başı selametinedir ki bu devire de kaç göç devri diyoruz. Viyana bozgunundan sonra, ağır ağır Görele’ye muhacir akını da başladı. Azak’ın kuzeyinden gelen göçmenleri, Kuzey Kafkasyadan, Tahma Suyu vadisinden gelenler takip etti. Bu muhacir akını 1915′e kadar devam edecektir. Yalnız bu yeni gelenlerde her türlü saldırganlık vardır. Adam öldürmek ve soymak bunların icadıdır. Çeşitli nedenlerle çatırdayan imparatorluk çatısı altında Göreleliler pek tedirgindir. Karlofça Antlaşmasından Sevr Antlaşmasına Kadar İki yüz yılı aşkın bu zaman içinde elimizde bir miktar Görele Tarihi’ni aydınlatacak vesika vardır. Sıra ile inceleyelim: “Kaza-i mezkur Tirebolu ve Vakf-ı kebir kazaları arasında ma’a kaza (köylerle beraber) 3945 haneyi ve 156042 dönüm araziyi şamildir. Burada mukaddeme (önce) Korele adında bir kale yaptırılmış olduğundan nâmı o kaleye mensup hâlâ gerek kalenin ve gerek muharren (sonradan) Üçüncü-zade tarafından inşa olunup sonra her nasılsa tahrip edilen kasaba-i âtikanın (eski kasabanın) eserleri (izleri) mevcuttur. 1294 tarihli Trabzon Salnamesi’nde Görele Buranın mahsûlâtı dahi fındık ve fasulye ve mısır ve üzümden ibaret olup bunlar tüccara satılır ve oranın üzümünden külliyetli şarab yapılır.” Ömer Akbulut, “Trabzon Cumhuriyetten Evvel Tarih ve Valiler” adlı kitabında özetle şöyle demektedir; “Üçüncüoğlu Ömer Paşa, Torul’un Manastır köyünde doğmuştur. Babası Ahmet’tir. Tahsilini İstanbul’da görmüştür. Paşalık rütbesini Vidin harbinde almıştır. Birinci Sultan Mahmut zamanında Dersim isyanını bastırarak padişahın gözüne girmiş ve Trabzon’a tam selahiyetli ve üç tuğlu vezir olarak gönderilmiştir. İlk defa Görele kalesini fethetmiş ve sonra da Trabzon’da Güzelhisar, Rum ve Kızılbaşların düşmanı olan Paşa sonradan Birinci Sultan Mahmut’un gazabına düçar olarak kellesi vurdurulmuştur. Harşit vadisinden bir yol geçirmiş, Görele ve Trabzon kalelerini Yeni Cuma mahallesinde Sultan Mehmet camiinin yanında bir medresesi, Uzun sokakta çeşmesi ve Trabzon’da eski Görele kazasında ve Elegü İskelesinde hayratı vardır”. Diğer bir vesika; Sivas beylerbeğisi Süleyman Paşa’ya ve Karahisar Behramşah ve Çepeni [Çepni] Çunkar ve Orta Pare hüküm ki; Karahisar Behramşah ve Çepeni Çunkar ve Orta Pare kazalarında sakin ulemâ ve sulehâ ve eyimme ve hutebâ ve sair eşref gergâh-ı muallama mahzar gönderüb zikronulan kazalarda sakin reaya tayifesinin ziraat eyledikleri yerlerde Türkman tayifesinden Mamalı ve Cirid ve Pehlivanlı ve Güvan ve sayir Türkman tayifesine mahsus defteri cedidi hakaînde mukayyed kadimi yaylak yoğiken zikronulan Türkman tayifesine kabilerile yaylak zamanında kazaların varup mer’alarına konub kök tereke ve sair mahsulleri arasında davarların rai ve ba’dehu harman vaktinde koyun ve sayir davarlarile gelüp çuval getürüp muradları mıkdarı mahsullerin gasp ve üç dört ay mıkdarı meksü teaddi ve kışlağa avdet eylediklerinde dahi mer’adan hayvanların maan sürüb götürüp ve evlerin basub içinde olan esvap ve ehlü ayallerinin üzerinde olan libasların nehbü garet eylediklerinden maada zikronulan Türkman tayifesinden Cüneyd kethuda oğlu Osman ve İdris ve Hasan ve Kirkoğlu İsmail ve Kuyuncu Şahin ve Cebeci Dudyar ve Hızır nam şakıyler sayir hevalarına tâbi eşkiya ile kazaî mezbûrun kurasında yedlerinde olan mümza defter mucibince doksan beş kil arpa ve yüz kil hıntaların cebren gasb idüb her sene bunun emsali teaddilerinden naşi ekser kura ahalisinin perakende ve perişan olmalarına bais oldukların ilâm eyledikleri ecilden senki mirimiranı mumaileyhsin bu fesadı iden mezkûrlar bulundukları mahalde meclisi şer’i şerife ihzar ve hasımlarile mürafaai şer ve hilâfı şer’i şerif ve bigayri hakkın nehbü garet eyledikleri her ne ise badessübut marifet-i şer’ile esbabına reddü teslim itdirüb ve mezbûrların kazai mezburda defterde mukayyed bilfiil tasarruflarında kadimi kışlakları yogiken kazalarına uğramayub ve bigayri hakkın mahsul ve sayir eşyaların garet etmemek üzre muhkem tenbih ve te’kid olunub mütenebbih olmıyub giru vechi meşruh üzre zulüm ve teaddi üzre olanları isim ve resimlerile ve sıhhati ve hakıykati üzre deri devletmedarıma arzu ilâm eylemem babında deyu yazılmışdır. Fî evasıtı r 1113 [14-24 Eylül 1701] İkinci yazıda aşağıda: İspiye [Espiye] madeni emini Ebûbekir zîde mecdihuya hüküm ki, Hâlâ Trabzon mütesellimi Murtazâ zîde mecdihu südde-i saâdetime mektup gönderüb mütesellimi mumaileyhin ber vechi malikane uhdesinde olan Görele namı diğerle Pavaboli [Yavebolu] mukataası reayalarından Çepeni [Çepni] taifesi kadimi yerlerinden huruc ve etrafa perişan ve kendü hallerinde durmıyub berren ve bahren kat’ı tarıyk ve sefki dimâ ve nehbi emval ve hetki a’raz ve bunun emsali fesadü şekavetlerinin nihayeti olmıyub mezkûrların şerrü mazarratlarından ümmeti Muhammedin emnü rahatleri kalmamağla te’mini bilâd ve tatmini ibad içün bundan akdem müteaddid sudur iden evamiri şerifem mucibince maiyetine memur tavayifi askeriyye ile Trabzon’dan Gireson [Giresun]‘a varınca taifei merkumenin kuttaı tarıyk ve sair eşkıyasının haklarından lâzım gelen cezayı şer’ileri tertip ve parakendeleri dahi kadimi yerlerine iskân ve hüsnü nizama ifrağa mübaşeret eyleyüb lâkin şekavetpise ve re’si eşkıyaları şiddeti şitadan bir tarafa firar itmelerile imkânda olmıyub güzergâhları seddü bend itdürüldiğinde bizzaruri eşkıyayı merkumeden malûmül esami şakıyler İspiye madenine gidüb senki madeni mezkûr emini mumaileyhsin sana istinad ve iltica ve kendülerine cayı selâmet ittihaz eyledikleri ecilden saire dahi bu halet sari olub maazallahü tealâ mezburlardan biri selâmet bulur ise bir müddetden sonra zuhura gelüb virilân nizamın ihtilâline bais olunacağı mukarrer olmagın bu esnada madeni mezkûra giden eşkıyayı merkûmenin haklarında lâzım cezayı şer’ileri tertibi içün ahiz ve mütesellimi mezbura irsal ve teslim eylemek üzre senki emini mumaileyhsin sana hitaben emri şerifim suduru halinde ilâm Divanı hümayun’umda mahfuz olan ahkâm kuyudatı tetebbü olundukda Trabzon ve Gireson havalilerinde olan Körtünlü [Kürtünlü] eşkıyası bulundukları mahallerden kaldırılub vatanı asliyyeleri olan Görele kazasına naklü iyvâ ve iskân ve mezburlardan bu makule fesadü şekavete tesaddi ve ihtilali memlekete müeddi olanları alâ eyyi hâlin ahiz ve ele getürilüb haklarında şer’an lâzım gelân cezayı şer’ileri icra ve şerrü mazaratları bilâdı ibad üzerlerinden def’ü ref’ olunup lâkin fesadü şekavetede alâkası olmıyan bigünâhların nüfus ve a’razına taarruzdan ve celbi malden hazer eylemek üzre Trabzon mütesellimine ve Gümüşhane eminine ve sairlere hitaben tenbih ve te’kidi müştemil evamiri şerife virildiği mukayyed bulunmagın mütesellimi mezburun iltiması üzre eşkıyayı merkumeden madenler tarafına firar ve iltica idenleri maden ümenası ahiz ve mütesellimi mezkûr tarafına irsal ve teslim eylemek içün emri şerifim virilmek babında bilfiil reisülküttabım olan İsmail dame mecdihu ilâm itmegin ilâmı mucibince amel olunmak babında fermanı âlişanım sadır olmuşdur. Buyurdum ki Fî evaili za 1145 (15-24 Nisan 1733) Yukarıda ikinci yazıda bahsedilen olayla yakınen ilgili Ömer Akbulut’un yayınladığı hüküm yazısı ise şöyledir; “Hâlâ Trabzon Mütesellimi olup Görele Voyvodası olan Mürteza zide mecdihuye hüküm; Trabzon ve Giresun havalilerinden olan Kürtünlü eşkıyası mukaddema zuhur ve havalarına tabi ehli ebnai sebulin yolları sesbendu zekan memlekete ishali mazarrat ve kadli nufus ve aslı emval müslimin adeti müstemereleri olup bunun ensal fesad ve şekavillerinin nihayeti olmadığı bundan akdem ilan olundukça eşkiyayı merkûm marifetine bulundukları mahallerden kaldırıp vatanı aslileri olan Görele kazasına nakli iskan olunmaları babında emri şerifim sadır ve Serdar Mustafa nam kimse dahi bu hususa memur olunmuşken mezkûr Mustafa gelmediğinden eşkiya-yı mezkûre nakl ve iskan olunmayıp hal üzre kalmaları ile tekrar cumhur ve emniyetli ahalisi Vilayet üzerine hücüm ve kitale tesaddi ve varışta olan en ümmet-i Muhammedi kaleye kapayıp dört beş [ay] muhassara ve cengu cidâl ve taşrada buluna emval ve eşya emtialarıyla müslimine taarruz ve nicelerini katl-i fesade fesad-ı şekaved ederek etrafı perişan olup ol veçhile şaki-i mezkûrun şer ve mazarratlarının an bilâd-ı ib’ad ve şegerci memleketi ebnai sebilin bir türlü emniyet ve rahatları kalmadığı Ser ve Giresun Kadısı Ahmet Görele Naibi Hüseyin ve Elevi Görele Naibi Ali ve Bayramali Kadısı Mehmet zide fezâilehû’ın başka başka arz Giresun’da sakin ulema ve sulehna vaizi ve hitabe fukara ve suafe zavatı kiram ve zair ehali muhzir ile ilan ve mezburlar bulundukları yerlerden ve hak ve asliyeleri olan Görele Kazasına nakil ve iskan ve mezburelerden bu makule fesad ve şekavete tesaddi ve ehli memleket mueddi olanlar alelecele el geçirilip haklarında şeran lazım gelen cezayı şeriyeleri icra şer ve mazaratları bilâd-ı ib’ad üzerlerinden ref olunmak emri şerifim sudurun itimat edmeniz ile eşkiyayı merkum eden büyüme fesad ve icra ile ve iskanlarının ve bilâd-ı ib’adın tathiri fermanın olup bu hususta sıyanet muavenat ve muzaherat ve iltihak ihtiyat üzere hareket eyle” Ömer Akbulut’un neşrettiği dördüncü yazı bir şikayetname: Çepni eşkiyasının zülmüne uğrayan bir vatandaşın, padişaha sunduğu dilekçe: “Devletli, saaddetli, merhametli Efendim Hazretleri sağolsun. Kulunuzum.Trabzon sancağında Görele Kazasında olan Çebni eşkıyası, voyvodamız olan Murteza Ağa’yı kaleye kapayıp, beş gün beş gece muhazarada kalıp iki yüz ölü, mal ve erzaklarına garet edip hakim keşfedip yalnız üçyüz keselik mallarımızı yağma eyledikleri bu kulları mezbur Mürteza Ağa ile muhazaradan çıkıp vilayete gelip arzlarımıza nazar olunduğunda, Çepni eşkiyası hakkından gelip ecri hak olunmak üzere iken, mütesellim cemiyeti kübra ile geriye çevrilip Trabzon’a gelip gayri tedarik üzere iken Pulat oğlu Mustafa ve Yüzbin Mustafa ve Kazancı oğlu Mehmet ve Kuruluş oğlu Hüseyin müteveffa mütesellim harem konağına giderken, bu mezburlerin tahrikiyle iki yüz tüfekliyle köşe başında tutup, sekban başının karşısına getirip abdest ibriği versin, Tanrının divanına durayım deyip vermemekle feryat ederken der-akab boğazına ip geçirip boğup teslimi ruh etmiştir. Bu kullarını dahi tutun katledelim dediklerinde bu kulları avret feracesi giyip firar edip hâk-i pâye yüz süre geldiğimizde Efendimizin dahi hakkınızı icra-i hak edelim deyup fermân-ı âlileri olmakla elan bugüne dek inayetli Efendimizin fermân-ı âlileri üzere han köşelerinde zelîl zer-gerdân olup ikiyüz ölü, kasaba perişan kalemiz harap ve Çepni eşkiyasının tuğyanından bir iskeleden bir iskeleye gidilmek bir türlü mümkün olmamağa Çuhadar Hüseyin Ağa kulunuz her ahvalımıza muttali olduğu hakkımız ihkakı hak olunmak ve mallarımız tahsil olunmak için Hüseyin kulunuz mubaşereti ile İsmail Paşa Hazretlerine hitaben müekkiden ferman-ı âlileri niyaz olunur. Baki ferman Devleti, merhametli, sultanım hazretlerinindir”. M. Arslan’ın ise yorumları şöyledir; İpek ve baharat yolunun Akdeniz yerine Okyanuslar üzerinden işlemesi dolayısıyla bütün Anadolu gibi bu büyük bölge de kervan ticaretinden mahrum oldu. Kapitilasyonlar dolayısıyla da mevcut el sanayini kaybetti. Yobaz softalar dolayısıyla Avrupa’nın yeniliklerine ayak uyduramadı. Uzun süren II. Viyana seferi dolayısıyla ekonomisi alt üst oldu. Yetişkin ve kültürlü insanlar savaşlarda eridi gitti. Yöneticilerin beceriksizliği, devlet idaresine iltimas ve kayırmanın girmesi, halkı kısa zamanda şaşkına çevirdi. Neticede kıran kırana bir eşkıyalık, isyan ve baskınlar başladı. Denizde korsanlar, karada eşkıya kendilerini selamlamayan kuşları uçurmuyorlardı. O zamanki Görele’nin bir köyü olan Kötünle komşu kaza Kürtün ve Çepni eşkiyası ortalığı kasıp kavuruyorlardı. Sadece halkı değil hükümeti de basıyordu. Yukarıda, Esbiye madeni emiri Ebubekir’e yazılan ferman da belirtildiği şekilde bu madende Görele’li Çepni eşkiyasının eline geçmişti. Trabzon, Gümüşhane ve Giresun’dan gelen kuvvetlerle ve hile ile bu eşkıya yakalandı. Denizlinin Sandıklı kazası’na sürüldü. Ele başları Bakü’ye kaçtı. Sürgüne gidenler 600.000 akçe fidye vererek o çevreye dağıldılar. 1729 yılında olan bu olay Görele’yi islah etmedi. Yukarda bir vatandaşın padişaha yazdığı mektuptan da anladığımıza göre Görele Kalesi tekrar harap edildi. Asıl önemli olanı bu kalenin Kızılbaşlarının Trabzon valisi olan Üçüncüoğlu Ömer Paşa’nın akrabası Kaymakam Mehmet Bey’e isyanlarıdır. Bu isyandan sonra Görele Kalesi, Ömer Paşa tarafından tamamen yıktırılmıştır. Kalenin kızılbaşları ise tamamen ezilmiştir. Eski Görele’ye ait bir sayfa burada kapanırken bir numaralı belgede bahsolunan Görele’li şakilerin Şebinkarahisar taraflarına yaylaya gittiklerinde yaptıkları yağmacılık, soygunculukla 1697 yılında başlayıp, tahminen 1738 yılında, medreseden yetişme ve iyi bir islahatçı olan Üçüncüoğlu Ömer Paşa’nın bu kaleyi yıkması ve Kızılbaşlarını de ezmesi ile biten korkunç devrin sonunda halk buradan dağılmış ve genellikle’de Elevi denen yeni Görele’ye gelmişlerdir. Yeni Görele (Elevi) Kazası, 1758 yılında Tirebolu’ya bağlı bir bucak haline getirilirken, doğudaki bir kısım yayla köyleri Torul’a, batıdaki bir kısım köyleri de Tirebolu’ya bağlandı. M. Arslan konuyla ilgili yorumlarına şöyle devam ediyor: Bu devirde Rize’de Tuzcuoğulları, birleşik halde Of ve Sürmene ağaları ile Trabzon-Giresun arasında da Hacı Salihoğulları, Laçinoğulları, Kel Alioğulları ve Kuğuoğulları hükümdar durumdadırlar. Bunlardan bazıları yaptıkları baskınlarda top bile kullanmaktadırlar. Yukarda bahsedilen Kuğuoğullarından İbrahim Ağa, Giresun’da Falcıoğulları ile Dizdaroğulları arasında çıkan bir olay ve bunu takip eden tahcir veya kıtal olayına adı karışıp hakkında bir defa ölüm fermanı sadır olmuştur. Bu şahıs Görele’ye gelerek, kaymakam Beşikdüzlü Külünkoğlu Mehmet’le hısımlık ilişkileri kurup, sonradan 1748 yılında af edilerek onun yerine voyvoda oluyor. Bazı kaynaklara göre bu tarihten itibaren on beş yıl, bazılarına görede 1758 yılına kadar bu görevde kalıyor ki bu ikincisi akla daha uygundur. Oğlu Süleyman Ağa 1758 yılında bucak merkezini Görele’den Çavuşlu’ya nakletti. 1794 yılında ölümü ile bucak merkezi tekrar Görele’ye taşınmıştır. İbrahim Ağa şekavet (eşkıyalık) olaylarında çok tecrübeli idi. Voyvoda olunca bu tecrübesinden faydalanarak çevredeki bütün şakileri bastırdı. Halk derin ve rahat bir nefes aldı. Bu başarısından dolayı oğlu Süleyman Ağa’yı önce Şebinkarahisar, sonra da babasının yerine Görele Voyvodası yaptılar. Süleyman Ağa’dan sonra oğullarının, Görele’nin muhtelif yerlerinde konaklar kurarak derebeyliği yaptığı söylenmekte ise de önemli olan Çavuşlu da bulunan büyük konağın cümle kapısının üstünde bulunan “Bâb-ı Han” yazısı ile şövalyelerin şatolarını andıran iç bölme ve teşkilatı yurdumuzda bulunanlar arasında emsalsizliğini isbata kafidir. Çavuşlu’da bulunan bu konağı M. Şaban Toz şöyle anlatmıştır: O zamanlar aşağılık insanlarla, aşağılık suç işleyenlerin boynu kılıçla kesilirdi. İyilerle, soylulardan suçlu olanlar da asılırdı. Bu devirden gerek asi ve şakilerin ıslahat kabul etmez tutumları gerek o devre damgasını vurmuş olan Kuğuların sert tutumları dolayısı ile halkın büyük bir kısmı, hatta köy köy “Şahali, Gökçeali, Terziali, Türkali, Dayıali” gibi Keşapta Şahmelik, Giresun’da Çıtlakkale taraflarına ve başka yerlere naklettirilmişlerdir. Anarşinin merkez ocağı, yeniçerilik kaldırıldıktan sonra, sıra derebeylerine gelmişti. Trabzon valilerinden Hazinedarzâde Osman Paşa Tirebolulu Kahyazâde Emin Ağa’yı geniş selahiyetle Görele’ye göndermiştir. 1830 yılında Beşikdüzü, Eynesil dahil bütün Görele’deki konakları bu zat bir rivayete göre bir gecede yaktırmıştır. Sonra Ordu ve Giresun’a giderek oralara göçmüş olan halkın bir kısmını geri getirmiştir. Tarıma çok önem veren Emin Ağa, bir çift domuz kulağı getirene bir kıyye barut vermek sureti ile bu hayvanların neslini tüketmiştir. Derebeylere ait Çavuşlu’daki konağın ikinci bir defa daha yakıldığı bilinmekte fakat sebebi öğrenilememiştir. 1838 yılında genel bir nüfus sayımı yapılmıştır. Bu sayımda da halk kadınların yazılmasına itiraz etmişlerdir. 1879 yılında Görele tekrar kaza oldu. Görele, ilçe olduğu zamanlarda Çavuşlu’ya nisbetle pek gelişmiş değildi. Bu günkü T.C. Ziraat Bankası’nın yerinde bulunan bir medrese, Eski Cami ve doğusundaki blokun olduğu yerdeki ikinci medrese ile Eski ve Yeni Camilerle bunların arasına kümelenmiş olan ahşap han, dükkan, fırın, mağaza ve kahvehanelerden ibaret olup, etrafta Türk, Rum ve Ermeni olmak üzere otuz kadar da mesken vardı. 1880 yılında çıkan bir yangında çarşı olan yerler tamamen kül oldu. Görele ilçe olmadan önce yalnız kış mevsiminde pazar kurulurdu. Yazlık pazar yerleri ise önceleri Bozcaali Köyü, Çakırlı Kıranında, sonra Daylı Köyü (Gürle Kıranında) olurdu. Bugünkü Tirebolu Caddesine paralel bir bataklıktan sonra Kumyalı mahallesi ve Elevi deresinin batı taraflarında müteaddit bataklıklar vardı. Sıtma ve sivrisinek korkusu ile buralara yaklaşılmazdı. Bugünkü Hürriyet ve Bulvar caddelerinin oldukları yerler tamamen denizdi. Hükümet konağının güney batı kısmındaki dörtyol kavşağı Ermeni, onun güneyine doğru uzanan saha Rum, burada Yeni (Hasan Ağa) Camiisine kadar olan büyük saha da Türk mezarlığı idi. Eski Görele iki kısımdan ibaretti. Esas bölüm bugünkü Görele burnu denen yerde kalenin çevresindeki kasabaydı. Burası önceleri daha çok yazlık olarak kullanılırdı. Buranın bir kilometre doğusunda bulunan Yavebolu, sonradan Yobul ve Adabük olarak anılmıştır; burası da önceleri kışlık kasaba olarak kullanılırdı. Görele Kalesi ile Yavebolu’da inkiraza uğrayınca daha doğuda Şarlı adı ile kasaba belirdi. Bu kasaba ve çevresinin halkı 1894′te Görele’den ayrılarak kısmen Trabzon merkez ilçesi ile Vakfıkebir’e bağlandı. Şarlı adı da sonradan Beşikdüzü olarak değiştirldi. 1896 yılında Trabzon ilinde görülen kolera salgını Görele’de de görüldü. Yaz mevsimine rastlayıp halkın yaylada olmasından dolayı pek az zayiatla atlatıldı. Görele hakkında bir hüküm Bu devirde de İmparatorluğun her yanından isyan, kopma parçalanma haberleri ile Kırım Harbi, doksan üç harbi adı ile bilinen Osmanlı-Rus Harbi ve Balkan Harbinin acı haberleri; her hadisenin sonu ilan edilen seferberlikle ilgili olarak, önceleri süresi belirsiz sonralarıda çok uzun süreli asker toplamalar, yiyecek, giyecek ve hayvan toplamalar insanları huzursuz etmekle beraber; bu devrede tarıma ve el sanatlarına çok önem verilmiştir. II. Abdülhamit devrinin başlarında halk yiyecek, giyecek hususunda kendi üretimiyle geçinirken, bu devrin sonunda belirli kişiler, çarık yerine çapula; yerli şal, şayak, kendirden, pamuktan ve ipekten ürettiği dokumalar yerine acem basmaları, tokat manisaları, yabancı şayaklar; kök boyalar yerine fabrikasyonları; alışılmış olan yakacak veya tutuşturucu kav çakmak yerine kibrit; yakıtı çevreden sağlanan kandil yerine petrol lambası kullanır oldular. Bu devrin bir başka özelliği de devlet idaresinin halkın lehine doğru düzeltilmesiydi. Fakat bu tedbirler hasta adam denen ölümü beklenen İmparatorluğu kurtaracak durumda değildi. Dünya Savaşı’nda Görele Balkan Harbinden yeni çıkıldığı ve ekonomik sıkıntıların devam ettiği bir devirde I. Dünya Harbi beklenmedik şekilde çıkageldi. Harbin başında tuz buhranı belirdi. Deniz suyu kaynatılıp yoğunlaştırılarak tuz yerine kullanıldı. Yiyecek, giyecek ve kullanılacak çeşitli maddelerin buhranı bunu takip etti. Askerlik çağındaki erkekler cepheye gidince bütün ailenin yükü kadınlara bindi. Bu da yetmezmiş gibi Göreleli kadınlar aylarca Çanakçı yolundan Torul’a (Ardasa) sırtlarıyla cephane taşıdılar. Bu yolda birçokları şehit oldu. Deniz trafiğini Rus gambotları durdurmuştu. Bir patikadan ibaret olan karayolunu da mekkareler tutunca ulaşım çok gene güçleşti Daha savaşın ilk aylarında Görele halkı açlıkla karşı karşıya geldi. Görele kazası ahalisinin, yemek için ihtiyaç duydukları ve Ziraat Bankası’ndan dağıtılmasını talep ettikleri 15.000 kilo mısır, Ziraat Bankası kanununun buna müsait olmaması sebebiyle yerine getirilememişti. Ziraat Bankası Umum Müdür Muavini Refik Bey, Görele’nin istediği yardıma bankanın mevzuatının uygun olmadığını 29 Nisan 1331′de (12 Mayıs 1915) Dahiliye Nezareti’ne bildirdi. Zaman geçtikçe durum daha da kötüleşti. Trabzon valisi, Görele Kaymakamlığı’ndan gelen 15 Teşrin-i Evvel 1331 (28 Ekim 1915) tarihli bir yazıya cevaben, muhtaç olanlar, askeri rütbeliler ve Müslüman muhacirlerin iaşe ve tedavisi için hiç bir şekilde tahsisat bulunmadığı tebliğ etti (28 Teşrin-i sani 1331/11 Aralık 1915). Ayrıca, Görele Kaymakamlığı, Müdafaa-ı Milliye’ce muhtaçlara yardım edilemeyeceğini anlamıştı. Böylece hem halk, hem de bölgedeki diğer muhtaçlar büyük bir çaresizlik içinde kaldılar Rus orduları Türk topraklarında ilerlemeye başlayınca tekrar ve son muhacir akımı başladı. Teşkilatsızlık, bilgisizlik ve yer yer baş gösteren kolera salgınları, aç ve çıplak olan halkı, ana baba gününe dönmüş olan yollarda kırıp bitiriyordu. 1916 yılında düşman Trabzon’a gelmişti. Düşman savaş gemileri ile topçuları muhacirleri zaman zaman perişan ediyor, terk edilen çocuklar da düşman süvarilerinin atlarının ayakları altında can veriyordu. Kahraman Tonyalılar düşmanı bir müddet duraklatınca, göçe hazırlanan Göreleliler biraz sevindiler. 1916 yılının Ramazan ayı idi ki Temmuz ayına isabet eder, düşman tekrar bütün hıncıyla ilerlemeye başladı. Sadece yollar değil, deniz kenarları, dere kenarları, aç susuz, hasta mahşeri bir kalabalığın, aynı dertleri paylaşan hayvanların, yaralı askerlerin feryatlarıyla göklere kadar inliyor, vadilerde seller gibi yankılar yapıyordu. Bu hengameyi yaklaşan düşman askerlerin silah sesleri, kurşunlu kamçılar gibi yürekleri dövüyor, başlardan aşağı kaynar sular gibi dökülüyordu. Bir mezar sessizliğini andıran bir anlık duraklamadan sonra ölü benizli insanlar, titrek vücutları, kuruyan boğazlarında düğümlenen hıçkırıkları ve sarsılan bacaklarıyla biraz daha yol almaya çalışıyor. Bu defa düşman gemileri toplarını onlara doğru çevirip, bazen de sağa sola birkaç mermi atarak, bu bitkin insanların ızdıraplarına ızdıraplar katarak alay ediyordu. Ruslar’ın karşısında direnmeye çalışan Türk birlikleri, 20 Temmuz 1916′da Vakfıkebir deresi gerisine çekildiler. Rusların 21 Temmuz’da Fol’a girmesi üzerine Türk kuvvetleri Çavuşlu deresine, 2 Ağustos’ta Görele’ye, 24 Ağustos’ta da Çanakçı deresi boyuna çekilmek zorunda kaldılar. Türk kuvvetleri 30 Ağustos’da karşı taarruzla Görele’ye kadar ilerlediler ise de, Ruslar’ın taarruzu ile 21 Ekim’de Harşit deresi boyuna çekildiler ve burada cephe tuttular. Hüseyin Hüsnü Durukan, savaş anılarını şöyle anlatıyor Kayıkları olanlar geceleri ve kıyıyı takip ederek gittiklerinden biraz olsun rahattılar. Fakat karada giden yüzbinlerin hali haraptı. Temmuz sıcağının düşmanla yarış edecesine iyice bastırdığı bir gündü, Ramazanın arifeden bir önceki günüydü, düşman gemilerinin kara yılanlar gibi uzanan namluları alevler kusup yeri göğü inleterek Eynesil çevresindeki birkaç nesneyi hallaç pamuğu gibi atıyordu. Bu gece düşman askerlerinin alev kusan namluları mel’un salvolarıyla, Göreleliler tarafından korku, heyecan ve buruklukla seyredilmişti. O gün öğleye doğru biri katır, diğeri at sırtında iki kişi o mahşeri kalabalığın içinde göründü. Çavuşlu mezarlığının kuzeybatı köşesindeki ulu çınara arkasını dayayarak, doğuya yöneldiler. Katırdaki heybetli ve vatansever bir asker olan Hacı Hamdi Paşa, atlı da yaveri idi. Paşa bir iki yutkundu, belli ki konuşmak istediği sözler boğazında düğümleniyordu. Birden: “Nereye gidiyorsunuz? Sahibiniz kimdir?” dedi. Belli ki teessürü konuşmasına imkan vermiyordu. On binlerin dikkatten taş kesilen ölüm sessizliği içinde yavaşça hayvanlarını batıya doğru sürdüler. Sanki yeryüzünün deniz gibi dalgalandığını andıran bir kımıldanış, kuruyan dudaklardan, titreyen vücutlardan son bir davranışla acı ve buruk feryatlar, gene göklere kadar yükselip, obuzlara, denizlere doğru yayıldı. Bir ateşin kalıntılarındaki kıvılcımlar gibi son ümitlerde söndü. Ramazan arifesi, 25 Temmuz 1916 günü, Çavuşlu ve çevresinin halkı ekseriyetle göç etti. 26 Temmuz 1916 Şeker Bayramı’nın birinci günüydü. Düşman Eynesil’i çoktan geçmiş, her an Çavuşlu’da bekleniyordu. Bir grup insan sabah ve bayram namazına gelmişti. Endişe ve ümitsizlik sonsuzdu. Bir gözetleyici dikip camiye girdiler. Buz gibi olmuştu hava, cendere gibi sıkıyordu onları caminin duvarları. Birisi hıçkırıklar arasında, kesik kesik, ciğerlere bıçak sokulan ezan-ı muhammediyeyi okudu. Takırdayan ve gümbürdüyen silah seslerinin derinden yankılar yaptığı bir anda, ölüm korkusu ile dehşet içinde namaz kılındı. Dışarı çıkıldı. Henüz düşman Çavuşlu deresini geçmemişti. Avukat Kurtoğlu Fehmi ile tüccardan Hüsnü Kalafat’ın başkanlığında bir kısım halk toplanarak, gidip düşman kumandasına teslim olmaya karar verdiler. Öğleye doğru kalabalık arttı. Elebaşılar öne geçti, sıra olundu ve önde beyaz bayrak taşıyan birinin arkasından yüründü. Henüz Çavuşlu deresine gelmişlerdi ki, yola oturmuş üç asker onları karşıladı. Birbiri ardına: “Bir parça ekmek… bir cıgara… birkaç kuruş harçlık…” sözleri işitildi. (Bu askerlerden biri Kurtuluş Savaşına’da katılmıştır.) Alınlarında vatana ihanet damgası taşımıyorlardı. Fakat aç susuz, bitkin ve belki de yaralıydılar. O sürüden kimsecikler onlara dönüp bakmadı. Bu grup Aralık mahallesi yakınlarında düşman kumandanına teslim oldu. Asker ve silahlı kişiler bulunmadığını beyanla, hemşerileri adına Çavuşlu’yu da teslim ettiklerini bildirdiler. Düşman kumandanı pek sevindi. Gösteri taburuna merasimle Çavuşlu’ya girmelerini emretti. O gösteri taburu henüz Çavuşlu deresinin karşısına düzlüğe gelmişti ki; az önce avuç açan o üç kahraman damarlarındaki Türk kanı birden taştı, çoştu, fırtına oldu sarstı, yağmur oldu ıslattı, sis oldu örttü, sel oldu sürüp götürdü. Hemen oradaki bir çukurdan ecel yağdırdılar düşmana. Biraz daha yukardan bir grubun ateş fırtınası onları destekledi. Düşmanın ateş salvolarına karşı bizim taraf tek tek atıp hedeflerini piyonlar gibi yuvarlıyorlardı. Bir zaman sonra bizim taraf sustu anlaşılan atılacak mermileri kalmamıştı. Düşman askerleri geri dönüp kaçışırlarken arkalarında, kütük yığınları gibi leşler, göl gibi kan, kıpkızıl kan akan bir derede bıraktılar. Beklenmedik haber düşman kumandanına ulaşmakta gecikmedi. Az önce bağrına basıp kendinden saydıklarının birer hain olduklarını anlamıştı. Şimdi küplere binme sırası ona gelmişti. O Allah’ın mübarek Şeker Bayramı günü Çavuşlu’yu işgal ettirip, Çavuşlu deresinin doğusundaki tepelere yüzlerce siper kazdırdı. Önüne geleni toplattırıyordu. Bunlardan bazıları ihtiyar ve çocuktur diye salıverdi. Çavuşlu’yu teslime giden o altmış dokuz kişilik grup, bir rivayete göre hemen; diğer bir rivayete göre ki, bu daha akla yakındır: Düşman onlarla, topladığı diğer esirleri halatlarla birbirine bağlayarak Eynesil’den, Dizgine ve Enişdibi denen yerlere doğru top çektirir. Hepsi yediyüz kişidirler. Hayvanlar gibi halatlarla birbirine bağlayıp topa koştuğu bu adamlardan, böylece on beş gün çalıştırarak hıncını alamaz. Onları Beyli mahallesinde Kısık denen yere getirir. Kuma doğru uzun iki çukur açtırır. İki sıra eder, önlerine birer mitralyöz yerleştirir. Tedbir tamdır, nöbetçiler kimseyi kıpırdatmazlar. Önce birinci sıranın mitralyözü gırlar, herkes az önce kazdığı çukuru doldururken karşı sıradan biri, şimşek gibi dalar onların arasına, onun da ötekilerle birlikte üstünü kumla örterler. İkinci sıranın en arkasındaki yıldırım gibi dalar derenin içine yukarı, düşman kurşunları ona ulaşamaz. Arkada kalan ikinci sıra öncekilerin akıbetine uğrar. Düşman çekilip gidince, canlı olarak kuma gömülen genç de çıkar kaçar. O gece müthiş bir fırtına çıkar, sanki gökler düşmandan intikam alırcasına, yeryüzü sarsılır. Denizin kabaran dalgaları düşmanın kuma gizlediği yüzlerce ölüyü teşhir edercesine serer kumlara doğru. Haber kısa zamanda etrafa yayılır. Gözü yaşlı öksüz yavrular, bağrı yanık analar ölülerini seçip tekrar o kumlara gömerler. Bu olayı yıllarca önce o iki kurtuluşa erişen kahramanın anlattığı kişilerden dinledim. İsimlerini yazdığım listeyi kaybetmiş olmama rağmen o devri ve olayı bilen herkes gibi ben de anlattığım şekilde gerçekliğine inanmaktayım. Şeker Bayramının birinci günü Çavuşlu’ya giren düşman, gece kasabayı bir uçtan öbür uca tutuşturdu. İki yıldır depolara dolup satılamayan fındıklar müthiş bir alev ve dumanla, durgun bir havada göklere doğru mantar gibi bir sütunla yirmidört saat yandı. Düşman bununla da hıncını alamadı. Rastladığı erkekleri ya süngüledi ya da kafasını kılıçla kesti. Mala, namusa da saldırıyordu. İnekleri tavukları kesip yerken, öte tarafta kadınlara saldırıyordu o menfur emelleri için. Bir yerde on tane kadar kızı toplayıp kumandana götürürken, ismini açıklamam sakıncalı olan bir kadın hayatı pahasına, düşman askerlerinin elinden bu kızları kurtardı. Çavuşlu bu kadardı da Görele nasıldı? Bayramın ikinci günü düşmanlar Görele’deydi. Düşman hıncını alamamıştı, fakat Türklere burada, onlardan daha çok düşman davranan Ermeni asıllı Rus askerleriydi. O gün sokakta ve kahvede rastladıkları pek çok kişiyi öldürdüler. Çevreden ve muhacirlerden topladıkları yüzlerce kişiyi bugünkü ortaokulun yanına kum başına dizdiler. Bir Rus gambotu bu sıralara doğru mitralyözlerini hedef aldı. Bu düzgün ve tam tevekkül içindeki insan yığını ölümü bekledikleri bir anda bir sandal görüldü. İçindekiler, Müftü Müştak Efendi, Ali Bilge ve Hamdi Kandazoğlu idi. Gambota çıktılar. Epey bir zaman sonra gambot hareket etti. Sandal geri döndü, bu büyük insan yığını da ölümün pençesinden kurtuldu. Kasaba böyleyken köyler kan ağlıyordu. Ermeni asıllı düşman askerleri insanları Daylı ve Karaburun köylerinde işkenceyle öldürüp, parçalayıp, teşhir ediyorlardı. Diğer yerlerdeyse öldürdüklerini gizlice gömüyorlardı. Diğer Rus askerleriyse kadınlara çok musallat oluyorlardı. Bayramın üçüncü günü Göreleli muhacirler Tirebolu yolunda ve içindeydiler. O gün düşman Tirebolu’yu da topa tuttu. Pek çok ev yıkıldı, bir hayli ölü ve yaralı vardı. Bu defa yolda giden muhacirlere saldırdı. Karaburun-Tirebolu arasında içlerinde Görelelilerin de bulunduğu yüzden fazla erkek vatandaşımızı kurşuna dizdi. Düşman Görele’ye girdiği zaman halk üç ayrı fikre sahipti. Ekseriyet göç etmeye, bir gurup yerlerini terk etmemeye, diğer gurupsa doğup büyüdükleri yerleri kanlarının son damlasına kadar savunmaya kararlıydılar. Çeteci denen bu sonuncu grubun kahramanları, bir buçuk sene düşmana kan kusturup, destanlar yarattılar. Ötekiler de fikirlerini uyguladılar. Bu çeteciler işin başında on kişi idiler: Daha düşmanın Görele’ye girdiği gün akşamı bu gurup düşman kumandanını kaçırmaya karar verir. Abdülmuttalip Efendi olayı şöyle anlatır: “Eski Belediye binasında bulunan düşman kumandanının etrafını sardık; ben en öndeydim. Kapıda bir nöbetçi vardı. İçerde Fazlı Efendi ile kumandan yüksek sesle konuşuyordu. Dayan Fazlı Efendi dayan diye bastım narayı. O anda arkamıza bir düşman deniz uçağı indi. Bu defa uçağı yakalamaya döndük. Uçak kaçtı, düşman askerleri de koşuşarak binanın etrafını tuttukları için gayemize erişemedik. Tam bir buçuk sene düşmanla savaştık. O bizi, biz onu takip ediyorduk. O bizi kıstırınca zayiat vermiyorduk. Bizse ona durmadan baskın yapıp köylere çıkarmıyorduk.” Halkın çetelere güveni artmıştı. Görele tarafında Kodakoğlu Halil, Eynesil’de Cebecioğlu Deli Bilal çeteleri kurulmuştu. 1917 yılında düşman tam bir tacizlik içinde bulunuyordu. Bir de Topkaraoğlu Hüseyin’in hatırasını dinleyelim: İşgal günlerinde Ruslar halkı boğaz tokluğuna denecek kadar düşük bir ücretle inşaat işlerinde ve yük taşımada kullandılar. Bu devrede had safhada olan ekonomik buhranın acısı halka esaretin acısını unutturdu. 1917 yılının sonlarında Rus askerleri arasında itaatsizlik gözle görülecek duruma gelmişti. Bunun ardından ikiye bölündükleri ve çekilecekleri haberleri de yayınladı. İşgal günlerinde Ermeni asıllı Rus askerlerinin saldırganlıklarına diyecek yoktu. Çocuk, kadın, ihtiyar demeden, saldırmaya mal, can, namus, arıyorlardı. Artan şikayetlerden dolayı Ruslar bu işi önlemeye çalıştılar. Bir de yerli Rumlar vardı. Önceleri o kara günlerimize sevinmekle beraber bize saldırmıyorlardı. Sonradan Torul’dan gelen Çemberlioğlu Kör Vasil, Ermenilerle işbirliği yapıp halkın malına, canına, namusuna saldırınca onlar da tutumlarını değiştirip, Türkleri hor ve hakir görür oldular. İşgalin son aylarında çeteler yıpratma hareketlerini artırdılar. Yeniköy’de bir baskın düzenlediler. 1918 yılının Ocak aylarında Rus askerleri ikiye bölünmüştü. İlçelerde bulunan Tatarların anlattıklarına göre kaçanlar da vardı. Çeteler haberi aldılar. Ellerinden geldiği kadar düşmanı imha edeceklerdi. Ocak ayının sonuna doğru Ruslar ağırlıklarını Görele’ye, topladılar. Bir kısım askerleri inşa ettirmiş oldukları geniş kara yolu ile geri dönerken diğerleri Görele’ye gelen üç gemiye taşınmaya başladı. O gece çeteler Görele’ye büyük çapta bir baskın yaptılar. Gemiler iskeleden ayrıldı. Askerlerin bir kısmı karadan kaçışmaya başladılar. Hayvanlarının hepsi ağırlıkların bir kısmı (savaş malzemesi) Görele’de kaldı. Kaçan Rus askerlerini Görele burnu denen yerde, Eynesilli Çeteler yakalayıp hakladılar. Bunun arkasından Türk askerleri Görele’ye geldiler. Biraz da cepheden bahsedelim: Rus askerleri esaslı bir mukavemete rastlamadan Görele’den Harşıt’a kadar ilerlediler. Bizimkilerse sayıları bir bölük bile tutmaktan uzak bir halde; biri Beyazıt-Kırıklı hattından, diğeri sahilden Harşit çayına kadar çekilip cephe tuttular. Ekseriyeti gönüllülerden meydana gelen asker sayısı artırıldı. Soba borularına top süsü verilerek kazılan siperlere yerleştirildi. Eldeki tek top çeşitli yerlere götürülerek ateşlendi. Böylece fazla gösterildi. Burada büyük muharebeler oldu. Her defasında Ruslar büyük zayiat verdi. Artık tutunamayacaklarını onlar da anlamışlardı. Düşman yıpranmıştı. Birde aralarında, ikilik çıkınca taarruz sırası bize geldi. Tam bu sırada Rusların Kafkas ordusu lağvedildi. 18 Aralık 1917′de Erzincan’da Ruslarla bir mütareke imzalandı. Rusların bıraktığı boşluğu Ermeni taburları doldurup, Türkleri kitle halinde imha ettiği sırada, Vehip Paşa komutasındaki III. Ordu birlikleri altı koldan, Bitlis’ten Tirebolu’ya kadar harekete geçti. 13 Şubat 1918′de düşman Görele’den kesin olarak kovulmuştu. Ayhan Yüksel, Görele’nin Kurtuluşunu “Savaş Yıllarında Giresun” adlı yazısında şöyle anlatmaktadır: Kaynak: Ali Bilir, Geçmişten Günümüze Tüm Yönleriyle Görele , Simurg Yayınları, İstanbul, 2001 Kaynak: Ali Bilir, Geçmişten Günümüze Tüm Yönleriyle Görele , Simurg Yayınları, İstanbul, 2001
|