• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/tekgozkoyu/?fref=ts
Murat MINIÇ
bilgemuhtar@hotmail.com
Merhaba
06/01/2012

 

Açık öğretim çilesi




5-6 Ocak günleri Açıköğretim sınavındaydık. Benim gibi yaklaşık 1,5 milyon kişi daha üniversiteyi dışarıdan bitirebilmek için yollardaydı. Beykozlular, Ümraniye, Kadıköy ve Üsküdar'a, Kadıköylüler Maltepe ve Kartal'a, Tuzlalılar Pendik'e vs.vs...
Bu yıl kredili sisteme geçilmesiyle birlikte Güz dönemi adıyla geçen sınavlar ne hikmetse tam karakışın ortasına, Ocak ve Şubat aylarına alındı. Bilindiği üzere bu sınavlar önce ki yıllarda Nisan ve Haziran aylarında yapılıyordu. Her halde ikinci dönem sınavları yine bu aylarda olacak. Bütünleme sınavlarını da sayarsak bu yıl 1,5 milyon insanımız tam beş kere o ilçe senin bu okul benim gezip duracaklar.
Üstelikte mahallede ki bakkalın bile yerini bilmediği köşe bucak okullara ulaşmak için sabahın kör saatinde yola çıkıp, bazen iki üç vesait değiştirerek oradan oraya gezinip duracaklar. YÖK'ün kafasında sanki kendi ilçemizde herhangi bir okulda sınava girsek hep birden kopya çekecekmişiz gibi bir algı var herhalde. Sanki okullarda sınav görevlisi olacak bütün hocaları tanıyoruz, onlarda bizim sınava gireceğimiz bölümün bütün sorularını biliyorlar.
Yıllardır bu işi düzeltecek bir akıl ne yazık ki zuhur etmedi. İşi bilim yapmak, insanlığa çareler üretmek olan anlı şanlı profesörlerimiz, ilim adamlarımız bir türlü bu iş bir çare bulamadılar. Hadi baharda yazda katlanıyorduk bu çileye. Ya bugün yağan kar hafta sonu yağmış olsaydı halimiz ne olurdu. Buz gibi hava da yağmurun karın altında yollarda perişan olmuş insanlardan hangi sınavda başarılı olmalarını bekleyebilirsiniz. Bu eğitimin öğretimin neresinde var.
Cumartesi sabahı ilk sınavım saat 09 30 da Ümraniye Elmalıkent Mahallesi Meyvelibahçe İlköğretim Okulundaydı. İkinci sınavım saat 14 00 te Beylerbeyi Küplüce Mahallesinde. Evimiz nerde? Beykoz'da... İyi de kardeşim ben bunca saat yollarda bir o otobüs, bir bu minibüse binip oradan oraya gitmek zorunda mıyım? Ocak ve Şubat aylarında yapılacak sınavlarda hele de Anadolu'da millet yollarda perişan olmak zorunda mıdır? Yok mudur bu işin başka bir çaresi. Ya hu madem ki bize güvenmiyorsunuz, hiç bir şey yapamıyorsanız biz yine ilçelerimizde girelim sınavlara bari sınav görevlilerini yakın okullar arasında değiştiriverin. Ya da koyun her sınıfa bir kamera olsun bitsin. Nasılsa katılım payı bilmem ne diye bir para veriyoruz. Beş lira da bunun için verelim olsun bitsin. Aha da size çözüm...
Yazık günah değil mi 1,5 milyon insanın yollarda geçirdiği saatlere. Cumartesi ve Pazar günleri ikişer saatimiz yolda geçse kişi başı dört saat ediyor. Çarpın 1,5 milyonla etti 6 milyon saat. Sene de beş sınav 30 milyon saat. Bir iş günü sekiz saat olduğuna göre 3 milyon 750 bin iş günümüz yollarda heba oluyor. Özel araçlarla tüketilen yakıtlar, otobüs dolmuş, taksilere harcanan paraları da eklerseniz harcanan milli servetin hesabını yapın bakalım. Bu kadar basit bir hesap için ekonomist olmaya gerek yok. Üstelik ÖSYS, KPSS vs. gibi sınavları hiç hesaba katmadım bile.
Yalandan her şeye zam yapmayı görev edinenler biraz da bu tür israfları önlemeyi dert edinseler olmaz mı? Ya da milletin başında ki eşarba, ayağında ki pantolona göre karakter tahlili yapanlar biraz da bu yönde bilim yapsalar abes mi olur?
Bu yazıyı yetkililer okurlar mı, ya da okuyanlar ciddiye alır mı bilemiyorum? Ama ben bu kadar hesabı yapabildiğime göre demek ki aldığım, iktisat- işletme dersleri işe yaramış. Ne yapalım bu da bir şeydir.

Vesselam...  


Aynalar tehlikelidir!




Şöhret afettir demiş büyükler. Zira şöhretin renkli pırıltıları insanı sarhoş eder. Bu sarhoşluğa müptela olursanız bakan gözleriniz görmez, kulaklarınız duymaz olur. İnsanlar tarafından bilinmek övülmek hoştur, hoştur amma bir o kadar da tehlikelidir. Nice büyük âlimler bu afete tutulmuş, akıbetleri berbat olmuştur.
Aynalar güzeldir. Gören gözlerle bakana neyi var neyi yoksa gösterir. Aynalar merttir. Güzele güzel, çirkine çirkin demeyi bilir. Ama aynalar tehlikelidir. Şöhretin büyüsüne kapılmış gözlerle aynalara bakarsanız, kendinizde ki eksiklikleri göremeyebilirsiniz. Bir zaman sonra aynalara bakmak vazgeçilmez olur. Kendinize aşık olursunuz!
Kendine âşık olan insan, en tehlikeli insan tipidir. Artık onun akıbeti şeytanın insafına kalmıştır. Çünkü bu tipler yalnız kendileri için yaşarlar. Kendilerini mükemmel yaratıklar zannettiklerinden onları uyaran dostlarını kıskançlıkla, eleştiren rakiplerini de düşmanlıkla suçlarlar. Bu saatten sonra aynalar doğruları söylemez olur. Daha doğrusu aynalar söyler lakin duyacak kulak kalmamıştır. Ama onlar ısrarla sormaya devam ederler: " Ayna ayna söyle bana dünya da benden güzel var mı?"
Gerçeğe kapalı kulakları aynaların söylediklerini değil, kendi nefislerinin fısıldadıklarını duyarlar yalnızca. Şöhretin sarhoşluğu, nefsin hileleri aciz bir yaratık olan insanoğlunu kendine hayran bırakır. Ve aslında sonun başlangıcı olan o meşhur nakarat büyük bir iştiyakla dökülmeye başlar dudaklardan; " Bu dünyada benden güzeli yok"
Bu nakarat binlerce yıl, yüz binlerce budala tarafından hep söylene gelmiştir. Gelmiştir gelmesine ya bu zalim dünya nice güzel gözleri, nice güzel yüzleri toprak eylemiştir de kimsenin hatırına gelmez. Nice krallıklar sultanlıklar hak ile yeksan olmuş, nice beyler paşalar ismi hatırlanmaz olmuştur. Üç günlük dünya için, sonsuz bir hayat heba edilir mi? Heyhat!
Oysaki kul olduğunu idrak edip tevazu denen engin denize yelken açanlar, mahviyette hakikati bulup ölümsüzlüğün sırrına erenlerde geçti bu dünyadan.
Hazreti Ömer-ül Faruk (ra) sakalına ak düşene kadar her gün kendisine ölümü hatırlatacak bir adam tutmuştu. Nice büyük âlimler, ilimlerine güvenemeyip bir mürşidi kamilin eteğini öpüp el tutmuştu. Altı asır dünyayı titreten ecdat, çareyi cuma selamlığında talebelere " mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var" diye nida ettirmekte bulmuştu.
Peki, siz ey süslü objektiflerin sahte tebessümlü riyakar yüzleri! Şu an hala aynalarınızı kırmadıysanız, o gün gelip çattığı vakit ne yapacaksınız? Sürmüş olduğunuz bu acınası hayattan siz nasıl dirileceksiniz?

B. Murat MİNİÇ



Taşeron Baba Hazretleri !!!




Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; yaylaları dağları dillere destan, ovaları, verimli toprakları, nehirleri, yer altı suları ve madenleri ile tüm civar memleketlerin hayallerini süsleyen, dostları az, düşmanları çok, güzel mi güzel bir ülke olan " Türk-ü ye" isimli bir ülke varmış.
Evvelden Oğuzların Kınık boyundan Dukak oğlu Selçuk'un torunları ile bir dönem sonra yine Oğuzların Kayı boyundan Gündüz Alp oğlu Ertuğrul'un torunları çok uzunca yıllar bu topraklarda hükümranlık eylemiş olsalar dahi, sonradan, Karabudun'a mensup bazı kimseler cihanın o günkü şartları icabı o iller de yaşayan insanları muasır medeniyyetler seviyesine ulaştırmak azmiyle, hanedanın yerine demokraasiyi, meşrutiyetin yerine cumhuriyeti tesis eylemişler. Laf aramızda iyi de eylemişler.
Bu azimle beraber " Türk-ü ye" de halk artık kendi kendini seçer olmuş, demokrasiyi iliklerine kadar hisseden o ülkenin aziz insanları her ne kadar okuma yazma bilmeseler de, kime ne için rey verdiklerinden bihaber olsalar da seçme ve seçilme hakkının dayanılmaz hafifliğini yaşar olmuşlar. İşler böyle tıkırında, " Türk-ü ye" muasır medeniyyetler yolunda hızla ilerler iken nedense birileri sanayileşme diye bir şey çıkarmışlar. Ne olduysa zaten ondan sonra olmuş. O güne kadar köyünde iki inek bir sabanla hayatını kazanan, iki yazma bir gömlek, iki katık az azıktan başka ihtiyacı olmayan "Türk-ü ye" nin köylü çocukları şehirlere inmeye başlamış.
Aslında ilk başlarda pek sorun yokmuş. Yüzyıllardır hep itaat etmeye alışık olan insanlar ilk başlarda her türlü sıkıntıya, yokluğa katlanarak " Büyük Türk-ü ye" için var güçleri ile çalışmaya başlamışlar. Ve lakin günlerden bir gün devrin çağdaş memleketlerinde esen rüzgarlar bu ülkede de hissedilir olmuş. Hak, hukuk adalet, işçi hakları, emek, özgürlük diye ne idüğü belirsiz, kim tarafından ne maksatla ortaya atıldığı belli olmayan, yine laf aramızda bir sürü terane " Türk-ü ye" ülkesinde dillerde dolaşır olmuş.
Bütün bunlar yaşanırken, yıllar yılı süren iktidar mücadeleleri sonunda bir o tarafa bir bu tarafa geçen devletin yönetimine, Hoca Necmeddin Dergahı'nın eski müridlerinin başını çektiği, ama içerisinde her cemaatten ve fikirden insanların da bulunduğu " Beyaz Fırka" gelivermiş. Beyaz Fırka Reisi Tahir Bey daha iktidara gelir gelmez " Bize üç yıl müsaade edin, ülkeyi düzeltelim sonra ne isterseniz yapacağız, işçi, memur, emeklinin yüzü gülecek" demiş.
Demiş demesine ya evde ki hesap çarşıya uymamış. Günler günleri, aylar ayları kovalamış, bir değil, üç değil, beş değil nice yıllar geçmiş. " Türk-ü ye" nin zenginleri daha zengin olurken araya nice nev-zuhur zengin eklenmiş.Memleket büyümüş kalkınmış amma işçinin, emeklinin kalkınması bir türlü gerçekleşememiş. Bu sefer de laf aramızda, Tahir Bey'in de bu duruma canı çok sıkılıyormuş. Bu iş nasıl çözülecek diye sormadığı danışmanı kalmamış. İşte tam o günlerden birinde Tahir Bey'in maiyetindekilerden biri " Efendim" demiş, " bu işin bir hal çaresi var".
Neredeyse son yetmiş yılın meselesine çözüm bulmanın sevinciyle Reis Bey sormuş " Hele anlat bakalım, neymiş bu işin çaresi ?"
Latin medeniyyetinin göbeğinde eğitim, Anglo- Saksonların ülkesinde öğretim görmüş ultra münevver bir zat olan danışman cevap vermiş : " Efendim" demiş, " bütün Sermayedar Oğulları ülkeleri de bu dertten muzdarip idi. Lakin günün birinde o topraklarda " Taşeron Baba Hazretleri" ismi ile maruf mübarek bir zatın zuhur etmesiyle birlikte, ne işçinin ne de emeklinin hatta ne de memurun bir derdi kalmamış. Arzu ederseniz bu mübarek zatı ülkemize davet edelim. Sizin izniniz olduğu kadar memleketimizde misafir edelim. Güzel bir beldemizi ona tahsis edelim. Bir dediğini iki etmeyelim. Belki " Taşeron Baba Hazretleri" yüzü suyu hürmetine Cenab-ı Hak duamızı kabul eder. Derdimize derman olur. Hem işçi, hem memur, hem biz hem de memleket kurtulur.
Bu teklif hem Beyaz Fırka Reisinin, hem diğer ileri gelenlerin hem de " Türk-ü ye (me) Gönüllüleri" nin çok hoşuna gitmiş. Taşeron Baba Hazretleri bulunduğu memleketten davet edilmiş. Kendisi ve talebeleri için büyük bir dergah ve yanında ilim tahsili için medreseler yapılmış. İlk zaman memleketin bazı yerlerinde irşadı istenen hazretin, tez zamanda müritlerinin ve muhiplerinin artmasıyla bütün memlekete yayılan dergahlarında "Taşeronluk" akımı halka anlatılır olmuş. Taşeron Baba Hazretleri olmasa işsiz, güçsüz, beş parasız olacaklarını idrak eden ahali, o günden sonra iş, emek, özgürlük, hak, hukuk gibi gavur icadı fikirleri kafasından atarak " Mutlu, Huzurlu Türk-ü ye" nin bir parçası olmuşlar. Neden, ne içün güldükleri halen anlaşılamasa da, tam da Tahir Bey'in ifade ettiği üzere bitamam hepisinin yüzleri gülmeye başlamış. Ne diyelim efendim, onlar ermiş muradına, bizde çıkalım Çamlıca da yapılacak camiye Cuma Namazına...
Not: Yukarıda anlatılan hikaye tamamen hayal ürünüdür. Hiçbir kişi, kurum ya da kuruluşla bir ilgisi yoktur.
Alıntı: Dost Beykoz /Makaleler 

Tekgöz Köyüne böyle bir siteyi kazandıran Mustafa Arslan hocama teşekkürler..



5117 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları